Yutmi

Paulo Coelho, Yolculuklarım ve Bir Dostluk Ateşi

Nisan 08 2011

Dün işten çıkmış yolda giderken Fatoş aradı, beni merak etmiş olmalı; “Bu aralar pek seyahat yok herhalde, yutmoğrafta yeni bir şey yok, buralardasın anlaşılan… ” Doğru söylüyordu, bir süredir doğa yürüyüşlerine gitmiyordum (bir ay olmuş), dalışa gitmeyeli ise aylar… Havanın yağışlı ve gri renkte olması beni biraz doğadan uzaklaştırıyor. Aslında onun da kendi içinde bir güzelliği var biliyorum ama o güzelliği görecek haleti ruhiye için gereken filtremi kaybettim. Yakında bir yerlerde olmalı ama bir türlü bulamıyorum 🙂 Belki de nerede arayacağımı bilemiyorumdur. Yutmoğrafım da saklamış olabilir. Yutmoğrafım yağmurdan nefret ediyor. Yağmurda şemsiye veya housing (şeffaf koruyucu plastik kutu) olmadan dışarı çıkması yasak. İkisini de istemiyor. Öyle olunca yürüyüş boyunca yağmur yağarken çantada kalmak zorunda. Bu da onu sinir ediyor. Oysa housingle uzlaşmayı kabul etse, birlikte yapabilecekleri o kadar güzel şeyler var ki…

Her neyse, aslında benim doğa/kültür gezileri ve dalışlar dışında sık sık çıktığım başka küçük seyahatlerim de var. Bunlardan size pek bahsetmiyorum. Ya da bazı yazılarımı yazarken aslında bahsettiğim tam da bu oluyor da bunu açıkça dile getirmediğim için siz fark etmiyor olabilirsiniz 🙂 Sayfanın devamını oku »

Küçük Prens

Mart 29 2011

“Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur.”

Küçük Prens’i ilk okuduğumda kaç yaşındaydım, okurken neler hissettim hatırlamıyorum. Çok küçük bir ihtimal ama çocukken okumamış olabilir miyim? Bilmiyorum. Annem Radyo Evi’nde çocuk programı yapardı ve bizim evimizde neredeyse piyasaya çıkan tüm çocuk kitapları vardı. Bu açıdan çok şanslı bir çocuk olduğumu düşünmüşümdür hep. Okumayı öğrenene kadar annemin bana okuduğu masal kitaplarını hatırlıyorum; “Bin bir gece masalları”, “Andersen’den masallar”, “Ezop masalları”, “La Fontaine’den masallar”, “Hint masalları”… Küçük keçiyi hatırlıyorum, kurabiye çocuğu sonra… Zümrütü Anka Kuşu, Herkül’ün serüvenleri, Simbad… Ciltli masal kitaplarıydı annemin okudukları. İçinde resim de vardı ama az ve siyah beyaz… Kalın kitaplardı ve içlerinde bir sürü masal vardı. Renkli olan bol resimli masal kitapları da vardı. “Parmak kız”, “Aslanla fare”, “Külkedisi”, “Pamuk Prenses”… Hatta Külkesidini okumayı öğrendikten sonra kendi başıma okuduğumda annemin kitabı bana değiştirerek okuduğunu fark etmiştim. Çünkü orada kötü bir üvey anneden bahsediyordu ve annemin bana o kitabı okuduğu dönemlerde babam yeni bir evlilik yapmıştı. Belki de benim üvey annelere ve  üvey babalara karşı ön yargılı yaklaşmayışım Annemin kitapta yaptığı o küçük değişiklik yüzündendir  🙂 Sayfanın devamını oku »

Genco Erkal

Mart 11 2011

Ben bir Genco Erkal hayranıyım. Oyunculuğuna demeye dilim varmıyor çünkü öyle bir sahnesi var ki Genco Erkal’ın, O, onu adeta yaşıyor. Her oyununda hissettiğim bu olmuştur. “Yalınayak Sokrat”‘da Sokratesi izledim sahnede, “Galileo”‘da Galilei’yi, “Bir Deli’nin Hatıra Defteri”nde o sürekli aşağılanıp alay edilen sıradan devlet memurunu… Sonra Simyacı’da, At filminde, sonra İnsanlarım aldı oyunda, Sivas’da ve bu akşam Kerem Gibi’de… Hepsi birbirinden güzel ve etkileyici bu oyunların içinde bir “Kerem Gibi” var ki Genco Erkal’ın Nazım Hikmet’i mezarından çıkartıp, bizimle buluşturduğu bir oyun. Kaç şaire nasip olur bu? Bu soruyu sorar sormaz bir çırpıda aklıma geliveren “Bir Garip Orhan Veli” ile Müşfik Kenter’i atlayıp geçemeyeceğim. Ve tabii yine Genco’nun “Ben, Bertolt Bercht”i ve “Can”ı.

Genco Erkal 72 yaşında. Benim ona hayranlığım da onunla beraber büyüyor. Tutarlı saygın çizgisine, sesine, yüzündeki çizgilerin anlamına olan hayranlığım onun yaşı arttıkça artıyor. Sanki sahneye aktaracağı karakterlerin, okuduğu şiirin ruhunu içine çekiyor Genco Erkal. İliklerine kadar içine çekiyor ve Sayfanın devamını oku »

Kar

Mart 09 2011

Ankara’ya kar yağdı. Hem de öyle bir yağdı ki, aldı bizi çocukluğumuza kadar götürdü. Sokaklar, parklar, içimizden çıkan çocuklarla doldu taştı.

Sayfanın devamını oku »

EĞRİ DERE VE ÇİÇEKLERİN LANETİ

Mart 06 2011

Bu yazıdaki fotoğraflar gerçek, anlatılanlar hayal ürünüdür.

6 Mart pazar. Aracımız bir köyün içinde durdu. Puslu, gri esrarengiz bir hava vardı. Yaklaşık otuz kişiydik. Herkes yürüyüş için son hazırlıklarını tamamladığında yola koyulduk. Köyün içinden geçerken garip bir şeyler hissettim. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Bir tek köpekler delicesine havlıyordu. Sanki bizi olacaklara karşı uyarmaya çalışıyorlardı. Köyden uzaklaştıkça tırmandığımız tepe de dikleşiyordu. Bir ara neredeyse 85 dereceyi buldu.

Gruptan ayrılmıştım. Çiğdemleri bir an önce görmek istiyordum. Bu kış vakti yürüyüşe gelmemin tek nedeni vardı o da “çiğdem tarlası” görmek. Köyde yağan yağmur, tepelere çıktıkça kara dönmüştü. Hatta bir süre sonra korkunç bir kar fırtınası başladı. Bunun üzerine bir de sis inmez mi? Önümü güçlükle görebiliyor, ama tırmanmaya devam ediyordum. Sayfanın devamını oku »