Yutmi

AFFAN’IN ZULASI

Anlattığı yaşanmışlıkların gerçek mi kurgu mu olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Sormadım da. Affan Baba’nın her zaman zulasında taşıdıklarını, büyüğümüzden küçüğümüze herkesle paylaştığını bilmem dışında. Seksen küsur yıllık yaşamında bir an olsun rahat bırakmadı bizi.

Ayrılıkları hiç sevmedim, sevemedim. Reis yirmibeşindeydi aramızdan ayrıldığında. Öylesine uzak, öylesine katıyım yaşamın bizden alıp götürdüklerine. Bu yüzden tek bir gözyaşı dökmedim anamın mezarı başında. Bu yüzden gidemedim Affan’ın yokluğuna. Affan’ın “oğluuummmm” diye bağıran kesik hıçkırıkları hala kulaklarımda. İlk ve son kez tanık oldum ağlamaklığına.

Terasın içimizi titreten soğukluğu umurumuzda bile olmazdı. Meyhane dönüşleri cilamızı çektiğimiz, Reis’in kendi el emeğiyle yaptığı müzik setinde dinlediğimiz doyumsuz şarkılar, gece geç saate kalınca sobaya rağmen dona dona içine girdiğimiz o uyku tulumları tadındaki teras, bu teras işte. Geleni gideni belli olmayan, her zaman canlı, yaşayan ve rengarenk.

Ayten anam yemeğin hazır olduğunu bildiren o gür sesiyle dalardı içeri. Sofra da sofra hani, sanırsın bir alay besleyecek. E çerkez tavuğu elbette olacak, çeşit çeşit mezeler ve tabi ki rakı. Şarap da neymiş, hemen herkes rakı içerdi. En küçüğümüz onsekiz en büyüğümüz yirmibeş yaşlarındaydı. En az on kişi olurdu masada. Affan Baba her zamanki baş köşeye oturmuş, “Haydi baklım camide miyiz” diye başlatırdı sofra faslını.

Hepimiz üniversiteliydik, okurduk az çok, devrimciydik kendimizce. Yaşama bakışımız, dünya görüşümüz aynı gibiydi. Affan Baba bozardı tüm ezberlerimizi. Sofrada yemek başladıktan sonra herkes tabaklarına dalarken, bir taraftan aptal kutusundaki reklamlara takılır diğer yandan sohbet ederdik. Affan’ın her zaman söyleyeceği birşeyler olurdu. Dahası sorar gibi, sorgular gibi konuşur, bizleri de davet etmeye çalışırdı tartışmaya.

Şimdi ne anladınız bu reklamdan?” diye giriş yaptığı an birbirimize bakışmıyorsak başlarımız öne eğilir ardından gelecek yorumlara bırakırdık kendimizi. Kem küm eden birileri çıksa da aramızdan Affan’ın bilgeliği üzerine cesaret edene aşkolsun. Masmavi gözleriyle bakar, yudumladığı içkinin ve tabağına aldığı bir parça peynirin ardından sıvazladığı bıyıklarıyla içten içe gülerdi. Onu dinlerken hep yetersizlik duygusu yaşardık.

Edebi ve felsefi tartışmalarımız her zaman devam etti aramızda. Affan’ın gözüyle bakmaya çalışıp daha da bir sarıldık yaşamlarımızı sorgulamaya. Zulasındakileri sanki bizim için saklıyor, yeri geldiğinde ortaya bir bir dökülüveriyordu.

Annem ve babam hiçbir zaman kaygı duymadı, nereye gittiğimizi biliyorlardı, güvendeydik. Gecenin bir vakti ya da sabah eve gelişlerimizi de sorgulamadılar. Babamın içten içe kıskançlığını çok sonra anlayacaktım. Kıskançlığı Affan’a “Baba” denmesinden öte sanki onun veremedikleriydi. Hiç bu konu açılmadı aramızda. Bu sofra muhabbetleri bizim eve de taşındı zamanla. Çok sonra anladım, bir kontrol mekanizmasıydı, çocuklarının kimlerle arkadaşlık ettiğini öğrenmek adına. Asla tartışma konusu olmadı hiç, içleri rahattı.

Zamanla çoğaldı masanın konukları, bazen yirmi kişi oluyorduk. Her kafadan bir ses çıksa da tek bir beyin gibiydik. Kocaman bir aileydik.

Alanya gezimizden döneli henüz birkaç saat geçmişti. 17 Eylül , saat 22:00. Bir telefon. Annem açtı telefonu, bana uzattı.

Reis’i kaybettik”

Ne diyorsunuz, noldu ya?”

Banyoda uzun süre kalınca merak ettim, kilitlemiş kapıyı, açamadım”

Salondaki sehpanın etrafında bilinçsizce kaç kere döndüm hatırlamıyorum. Arabaya atlayıp gittim hemen sonra. Kalabalıktı ev, Affan ve Ayten dışında. Mersin’e gitmişlerdi gezmeye. Yola koyulduklarını söylediler, haberi aldıkları andaki acılarını aklıma bile getirmek istemedim. Duyan hemen herkes oradaydı, ne çok seveni varmış meğer Reis’in.

Nerede şimdi”

Salonda” dedi Menşure.

Hiç düşünemezdim bu yaşta bir dostumun kaybını. Salona gittim. Koca bedeniyle boylu boyunca yatıyordu, cansız. Üzerinde beyaz bir örtü. İçimi sarsan, ölüme karşı hissizleştiren örtüyü aralayıp Reis’in yüzünü gördüğüm o an oldu hayatım boyunca. Cansız bedenine dokunup okşadığım o en son an.

Sonraki birkaç gün ev dolup taştı. Reis için kadehler kaldırıldı, şişeler devrildi. Öyle ya, Reis hayatta olsaydı böylesini isterdi. Gerçekten ister miydi? Ölmeyi hiç düşünmedi ki.

Reis’i ziyarete giderken, Tarık’la mezarın yolu üzerinde rafları tozlu küf kokulu bakkalda durup çay bardağı, bir otuzbeşlik rakı ve su alırdık. Bir bardak da Reis için. Mezarının başında rakılarımız koyup yudumlarken bardağına doldurduğumuz rakıyı boca ederdik. Konuşurduk onunla, gözyaşlarımız karışırdı toprağına.

Affan’ın zulasından uçuvermişti bir güvercin. Zamansız.

Yıllar sonra Urla’da onu gördüğümde daha bir çökmüştü. Neredeyse onbeş yıl olmuştu görmeyeli. Kafası hala zehir gibi çalışıyor, lafını esirgemiyordu. Sık sık ziyaret ederdi ablam, Affan babamız, Ayten anamızdı onlar. Urla’da psikoterapi seanslarına katılırken onlarda kalırdı. Bizler hayırsız evlatlardık. Haberlerini ablamdan alıyordum.

Kim aradı hatırlamıyorum, “Affan” dedi, “ölmüş”.

Ben yarın akşam otobüse atlayıp gidiyorum, gelecek misin?”

Hayır” dedim, “Gitmek istemiyorum”.

Zulamdaki bir güvercin daha uçuvermişti.

 

“AFFAN’IN ZULASI” için 5 Yorum

  1. basak Diyor ki:

    Usulca okudum, gözlerimi gökyüzüne çevirdim ve yıldızları dinledim…

  2. zaika Diyor ki:

    Sevgili birader,

    Bu günleri izliyorsun eminim. Dünya sevmekle ayağa kalkıyor. Tıpkı senin herkesi koşulsuz kucaklayıp, her bir kezi, koynunda uyuttuğun, bizlerin de birbirimizin koynunda, anamızın tabiri ile “kopelek yavruları” gibi uyuduğumuz günlerin tekrarı şimdi yurt çapını geçti, dünyaya yayılıyor.

    Ne adamdın sen be biraderim? Yanına , yörene kim gelirse gelsin, önce kocaman ellerinle kendine çeker, sonra onları kocaman yüreğine sokuverirdin. Beni bile böyle ehlileştirmiştin.

    Terası sana yuva haline getirdikten sonra emeğimin karşılığı temizliği sanki hakkımmış gibi istemekte ısrar ettiğim günlerde, sen çamurlu ayakkabıların ile içeri girip, gözüme bakıp, “Yav Zaika (bana hiç abla demedin), boşver sen, dünyanın tozu hiçbir yerde barınmaz” demiştin. Öyle de oldu. Ben hala daha temizlik delisiyim; ama dünya tozu hiçbir terde barınmıyor gerçekten. Sen bakma bana. Temizlik yapmak hoşuma gidiyor.

    Sen de biliyorsun; Urla’ya yerleştim. Senin bebekliğinde, benim çocukluğumda, karış karış ezber ettiğimiz Ege’de sanırım bu son durak. Annemiz ve babamız burada çok mutlu seneler geçirdiler. Babamızı sana emanet ettikten sonra da ben Ankara’dan ayrıldım; iki sene Özbek’de bizimkilerin evinde yaşadım, sonra da kendi evime taşındım

    Dünya senin herkesi kucakladığın gibi birbirini kucaklıyor Reis! Bunun baş müsebbibi sen olabilirsin.

    Yolunuz açıktır. Biliyorum.

    Cennete benden selam söyle. Seni canla kucakladım kardeşim.

    Sevgili Serdar Zeren’e yolluyorum bu yazıyı. Zulasının anısına.

  3. Nadir Şener Hatunoğlu Diyor ki:

    Saygı ile.. Affan babayı yüz-yüze tanımak fırsatım hiç olmadı. Oğlum Caner’in anlattıkları ve kitabı ile yetinmek zorundaydım. Bu güzel betimleme harikası yazıyla, daha bir tamamladım kendimi. Bol ışıklı uykular… *Nadir Şener Hatunoğlu*

  4. Serdar Zeren Diyor ki:

    Sevgil Başak ve Yutmoğrafı, bizleri bir araya getirdiğin için sağolasın. Zaika ile yıllarca konuşup durur, bir türlü toparlayamazdık bir ortamda yazdıklarımız. Güzel ve hoş bir vesile oldu.

    Zaika’cım, iyi ki varsın. Çok hoşuma gitti yazdıkların. Sevgimizin sırtı yere gelmez.

    Ve Nadir Hocam, sizi tanımak çok büyük bir keyif. Harikasınız.

  5. basak Diyor ki:

    Böyle bir dostluğa ev sahipliği yapmak ve sizlerin mutluğu beni de çok mutlu etti. Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz…

Yorum Yazın