Yutmi

Yeryüzünde ne varsa onu yapan emektir

Temmuz 28 2019

Karadeniz’e son gidişimin üzerinden 5 yıl geçmiş. Denizi özlemek gibi bir şey Karadeniz yaylalarını özlemek. Maviliklere bakar gibi bakmak yemyeşil tepelere… Küçük Prens’i yeniden yeniden okumak ve her seferinde yeni bir şey öğrenmek gibi… Karadeniz’in deli dolu havası, ilginç insanları, lezzetli sofraları… Özlenecek ne çok şeyi var buraların… …veeee işte yine Karadeniz yollarındayım.

Bu seferki rota Erzurum’dan başlıyor. Aslında Kars’tan başlayarak gelecektik ama Kars uçak biletleri -aylar öncesinden bakmamıza rağmen- o kadar pahalanmış ki Saniye de geziyi Erzurum’dan başlatmaya karar verdi. Rotamız; Erzurum, Kars, Ardahan ve Şavşat. Evet tahmin edeceğiniz gibi bu gezinin mimarı Saniye. Doğu Karadeniz’e ilk defa 2012’de gitmiştim. Metap’larla Rize yaylalarını gezmiştik – ki onun da tadı hala damağımda – daha sonra da 2014’te Saniye ile Artvin, Şavşat, Batum’u görmüştük. O gezide Şavşat’ın tadına bakmıştık, bu gezide ise Şavşat yaylalarını keşfettik.

Bu kısa özetten sonra artık gezimize başlayabiliriz. Geziye Ankara ekibi olarak Esenboğa Havaalanı’nda buluşarak başlıyoruz. Gezi arkadaşlarım; Dilek, Yasemin, Kerem ile Özlem, Ahmet, Dilber, Hatice, Eylem ve tabii ki ekip lideri Saniye. Dilek, Saniye ve Dilber’i önceden tanıyorum ama diğer tüm arkadaşlarla bu gezide tanışıyoruz. Erzurum’da da Aydan ve Yıldız’la buluşuyoruz. Uçaktan dağları ve bulutları izlemek her zaman beni ve Yutmi’yi çok mutlu etmiştir. Yutmi bu görüntüleri kaçırmayı hiç istemez, dolaysıyla pencere kenarında oturmuyorsak o görüp de yutmadığı için üzülmesin diye onu yukarı kabine koyarım. Neyse ki bu sefer pencere kenarındayız da bu güzellikleri kaçırmayacak.

Erzurum havaalanı, küçük ama temiz, derli toplu bir havaalanı. Bagajlarımızı beklerken askerlik için geldiğini tahmin ettiğim genç bir grup dikkatimi çekiyor. Yaklaşık 6-8 kişiler. Saç tıraşları, çantalarının birbirine benzerliği, birbirlerini kollayışları ve birlikte hareket edişleri belki de böyle düşünmeme sebep. Kim bilir nerede nasıl bir askerlik geçirecekler. Askerlerse, sağlıkla tezkerelerini alsınlar diyorum içimden.

Havaalanından çıktığımızda bizi Ali karşılıyor. Ali ve Şener, beş yıl önce olduğu gibi bu gezide de bize eşlik edecekler. Şener bize yarın Şavşat’ta katılacak. Ali görmeyeli çok değişmiş mi diye bakıyorum, gözler değişmiyor bir kere o kesin; yine çok az konuşuyor o da kesin, ama çok önemli bir değişiklik; Ali baba olmuş, Bora adında bir oğlu olmuş. Biraz da kilo almış. 😉

Araca doluşup yollara düşüyoruz. Erzurum’un yolları, tepeleri çorak, hava güneşli ve sıcak. Bu mevsimde doğasından çok renkli görüntüler beklemiyorum ama Narman Peri Bacaları ve renk cümbüşü tepeleri beni benden alıyor. Narman Peri Bacaları’nda yarım saat kadar mola veriyoruz. Doğa muhteşem bir sanatçı. Bunu her seferinde tekrarlamaktan hiç bıkmayacağım sanırım. Bilmiyorum benim gördüklerimi görebiliyor, coşkumu hissedebiliyor musunuz, yoksa şu su yatağındaki renk geçişlerinin güzelliği yalnızca beni mi etkiliyor? Ya da tepelerdeki kızılın degrade geçişleri… Resmen kilden heykeller yapıp, dere yataklarını fırçası ile boyamış gibi geliyor doğa bana. Güneş cayır cayır tepemizde, yolumuz uzun… Aklım Narman Peri Bacaları’nda kaldı, ama biz çok kalamadık oralarda. 

Erzurum deyince Sarı Gelin gelir hep aklıma. Narman Peri Bacaları’nı gezerken bu sefer farklı bir yorumla, 1999’da UNESCO müzik ödülüne layık görülmüş Azeri ses sanatçısı Alim Qasımov’un yorumuyla dinleyelim Sarı Gelin türküsünü.

Ardahan Kalesi ve meydanından geçip yolumuza devam ederken yolda yıkık dökük bir kilise dikkatimizi çekiyor. Dilek kilisenin Kars’taki Aleksandr Nevski Kilisesi’ni çağrıştırdığını söylüyor. Kendi kaderine terk edilmiş bu kilisenin bir iki fotoğrafını çekip, biz de yalnızlığına bırakıp bu eski yapıyı, yolumuza devam ediyoruz. Sabah yola çıktığımız ve epey de yol aldığımız düşünülürse karnımız acıkmış olmalı. 🙂 Erzurum’a gelip de ne yenmezse olmaz? Cağ kebabıııı! Ali bizi en güzel cağ kebabı yapılan yere götürüyor. Ona bu konuda güveniyoruz, zira Ali ağzının tadını çok iyi bilir. Kebapları yiyip midemizi şişirdikten sonra tekrar yola düşüyoruz.

Şimdiki hedefimiz Kars’taki (*) Boğatepe Köyü. Belki televizyonlarınızda izlemiş olabilirsiniz. Burada bir kadın var ki köyün geleceğini değiştirmiş. Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’nin kurucularından olan Zümran Ömür, aynı zamanda derneğin de başkanı. Kadının toplumda yer almasını ve aile içerisinde söz hakkı olmasını önemseyen Ömür, yaptığı çalışmaları anlatıyor bize. Köydeki bitki müzesini gezdiriyor ve peynir üretimini anlatıyor. Zümran Ömür’ün çalışmaları ve düşünceleri ile ilgili bir video paylaşmak istiyorum. Tanıyanlar olsa da tanımayanların da tanımasını isterim.

https://www.youtube.com/watch?v=76KJH6flDgk

Zümran Ömür’ün gözlerine bakınca umutlanıyor insan. Aydınlık, pırıl pırıl bakan gözleri var Ömür’ün. Çalışıp üretmenin aydınlattığı, karşılığını görmenin parlattığı ela gözleri… Mücadelenin güçlendirdiği, kendini geliştirmenin kazandırdığı nitelikli dimdik bir duruşu var bu kadının.

“Bu köyde kalma imkanı var mı?” diye soruyor bir arkadaş; Zümran Hanım da bize eskiden gönüllüleri misafir ettiklerini, gönüllülerin şehirden buraya çalışmak isteği ile geldiğini söylüyor. Amaç bu oluşuma gönüllü destek vermek ve köyde yapılan işlere katkıda bulunmak. Fakat biraz çalışıp daha sonra keyif yaptıklarını da ekliyor sözlerine. O an, annemin bir sözü geliyor aklıma -o da vakıfta gönüllü çalışmak isteyenler için söylediği bir söz- ; “gönüllülük gönlünce hareket etmek değildir” der hep annem. Evet, bu tip yerlerde gönüllü çalışmak sorumluluk bilinci, ekip çalışması gerektirir. Biz şehirliler ne yazık işin daha çok şov kısmındayız. Kimse kızmasın, bozulmasın bana ama uzun zamandır yaptığım gözlemlerim sonucu olan çıkarımım bu. Tabii ki istisnalar olacak. Sözüm meclisten dışarı derler ya…

Zümran Ömür’e Malakanlar’ı soruyorum; bu köyde eskiden çok Malakan varmış; zaten peynir yapımını öğreten de onlar olmuş. Çok güzel anılıyor Malakanlar burada. Boğatepe köylüleri hiç istememişler onların köyden gitmesini, hatta Atatürk onlar için özel izin bile çıkartmış ama 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Ruslar geri çekilince Malakanlar da ana vatanlarına, Rusya’ya dönmüşler. Kars gezi yazılarımda Malakanlar’dan çok söz etmiştim. Burada da onlardan izler bulmak beni çok etkiledi.

Siz bir yola girmişsiniz, yolunuz bugünkü kadar aydınlık ve açık olsun Boğatepeliler.

Annem TRT Çocuk Saati’nin yapımcısıydı. Böyle emekçi insanların yaşadığı bu köyü görünce onun dönemindeki çocuk saati programı jenerik şarkısının sözleriyle bitireyim yazımı;

Yeryüzünde ne varsa

Onu yapan emektir,

Emek doğruluk demek

Çalışkanlık demektir

Gel emeği övelim,

Türküler söyleyelim,

İnsanı insan yapan,

Kutsal emek diyelim.

Yarın Şabah Şavşat’ta uyanacağız, Yutmi ve ben, Karadeniz’in Küçük Prensi ile tanışacağız. Eminim siz de çok seveceksiniz bu Küçük Prens’i. Yarın buluşmak üzere, şimdilik hoşçakalın.

(*)Boğatepe Köyü

Boğatepe Köyü’nün eski adı Rusça kökenli bir isim olan Büyük Zavot. Kars’a yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan Boğatepe Köyü, meşhur Kars gravyer peynirinin üretildiği Türkiye’deki tek köy. Birçok özelliği bu köyü farklılaştırmış ve bu köyün farkına İsviçreliler de varmış. 93 Harbi’nden sonra Kars’a yerleşen Malakanlar ile başlıyor hikaye. Malakanlar, köyde süt işlemeye başlıyor ve Tiflis-Kars arasındaki posta yolu, atlı tramvayın mola ve aktarma istasyonu kurulunca İsviçreli iş adamları bölgeyi fark ediyor. Malakanların bol miktarda ürettikleri sütü işlemek için kurdukları gravyer peyniri imalathanesi “zavotu (mandıra)” kurulmasıyla köyde yerleşim başlıyor.

1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Ruslar geri çekilince Malakanlar da Rusya’ya dönüyor. Kars’ın nüfusu yeniden Türk çoğunluğuna sahip oluyor. Malakanlar’dan sonra Karapapaklar (Terekeme) yerleşiyor Kars’a ve süt, peynir üretimi durmaksızın devam ediyor. Cumhuriyet Dönemi peynirciliğin başlatılması ve geliştirilmesinde öncülük eden Boğatepe Köyü’nde 2005 yılında Türkiye’nin ilk peynir müzesi olan Zavot Eko Müzesi kuruluyor.

“Yeryüzünde ne varsa onu yapan emektir” için 6 Yorum

  1. Saniye Özsan Diyor ki:

    Başak’cığım, gezimizi senin bakış açından görmek çok zevkli. Benim peşime takıldığın, ekibimizin kıymetli bir parçası olduğun için çok mutluyum. Eve dönünce, (biliyorsun bizim gezi devam ediyor), fotoğraflara büyük ekrandan bakacağım. Başka gezilerimizde de neşeyle beraber olalım.

  2. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Bir genç arkadaşım vardı Kültür Bakanlığı’nda çalışırken; Şavşatlı… Onun bir sözü gelir aklıma ne zaman Şavşat konusu açılsa: “Şavşat Türkiye’ye bağlı değil, Türkiye Şavşat’a bağlı…” ???
    Zümran Ömür’ü İzTV’de ağzım kulaklarımda kabarmış bir yürekle izlemiştim… İşte sırf bu yüzden kadından bu derece korkuyor, tarihin karanlıklarına itmeye çalışıyorlar o kara paçavraların altına gizleyerek..
    Evet, “Emek, en yüce değer!..” İşte bu insanlığın bilincine kazındığı gün insanlık kurtulacak… (Hiç te abartmıyorum…?)

  3. basak Diyor ki:

    Rüştü Abi’cim bu coşkunuzu çok seviyorum.
    En az sizi sevdiğim kadar…

  4. inci Diyor ki:

    Başakcığım,
    ne güzel anlatmışsın, tam benim gördüğüm ve sevdiğim yerlere gitmiş derken boğatepe köyünü merak edip gidememiştim, sağol, kalemine sağlık

  5. Ayşegül :) Diyor ki:

    Başak hocam, yazıyı ilk gönderdiğin günlerde okumuştum, yeniden okudum ve oranın tekerlek peynirini özlediğimi hatırladım bir kez daha, Ardahan’a gittim ama ne Erzurum’a gitme fırsatım oldu ne de Kars’a, bu şehirleri de ekledim gidilecek yerlere 😉

  6. Ayca Diyor ki:

    Narman’in renkleri çok güzel.Ömür hanım ömre bedel?

Yorum Yazın