Yutmi

NEVŞEHİR’İN PERİLERİ

Eylül 13 2010

Yola eksik çıktık. Kaptan pilotumuz Murat Abi, kopilotumuz Berna ile birlikte aklımızın bir kısmı Ankara’da bıraktığımız Senem ve Coşkun’da kalarak yola koyulduk. Rotamız Nevşehir’di. Görmeyi hayal ettiğimiz yerler için zamanımız kısıtlıydı. Ama Murat Abi araştırmalarını yapmış, haritasını çizmişti. Şu yanda gördüğünüz kağıt parçası bizim hayatımızı kurtardı. Perilere kavuşturmakla kalmadı, karnımızı doyurup, yatacak yer bile buldu bize…

Nevşehir’in perileri bir yazı dizisi olacak. Hem sizleri sıkmamak, hem de daha çok fotoğrafla besleyebilmek için 🙂 Bu yazı dizisi ile Ihlara Vadisi, Derinkuyu, Avanos, Zelve, Uçhisar, Göreme, Ürgüp’ü gezip, balonlara bineceğiz. Ve tabii perilerin renklerini göreceğiz.

Bu gezide yutmoğraf makinem çıldırdı. Nereye nasıl saldıracağını şaşırdı. Şımardı, kudurdu bizi perişan etti. Bir de benim Ağustosta grubu arkadaşlarım, kendisine doğum gününde bir üçayak ile iki fotoğraf kitabı hediye etmişlerdi ki, o da üzerine tuz biber ekti. Bir akşamım vardı ayağımı uzatıp dinleneceğim, keyifle içkimi yudumlayacağım, onu bile çok gördü namızsız bana. Bu yutmoğrafla başım dertte..

Bilmiyorum seninle,

Sonumuz ne olacak,

Belki bu aşk ölümsüz,

Belki yarım kalacak 🙂
Nevşehir Ankara’dan yaklaşık üç, üç buçuk saat uzaklıkta bir il. Genelde çorak topraklardan geçerek gidiyorsunuz. Bir Tuz Gölü var bembeyaz serilip giden, bir de yer yer karşımıza çıkan köyler… bir de tarla kartallarının dışında yolda çok da ilginç bir şeylere rastlamanız zor. Yine de en keyifli araba yolculuklarımdan biriydi bu… Murat Abi ile Berna’nın Don Kişot esprileri ile yoldaki her şey eğlenceli hale geliyordu. Don Kişot’un entelektüel alt yapısından tutun da Sancho Panza’nın kapitalist düzeni temsil ettiğine kadar neler neler konuşulmadı yol boyunca… Onlar konuşurken benim de akılma Bülent Ortaçgil ile Şebnem Ferah’ın birlikte söyledikleri “Değirmenler” şarkısı geldi…

Zaman düşer ellerimden yere,
oradan tahta boşa
saatler çalışır izinsiz, hep bir sonraya,
resimler sarı güneşsizlikten
duygular değişir
dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
Uçurtma uçar sözlüğümden,
geri gelmeyecek bir kuş
yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş.
Ve sen, ben; değirmenlere karşı,
bile bile birer yitik savaşçı,
akarız dereler gibi denizlere,
belki de en güzeli böyle..
.

Oysa aklımdan bu şarkı geçerken arabada kim bilir ne çalıyordu… İçimi kaplayan hüznü, yanaklarımı ıslatan gözyaşını hissettiğimde fark ettim. Gözümden çıkan su damlacığı, kolayca kayıp inemiyordu aşağıya, bir şeye takılıyordu. Takıldığı şey güneş gözlüğümdü… Birden kendi içimden çıkıp, güneş gözlüğümün camından dışarı bakmaya başladım. Artık arabada çalan müziğin sesini de duymaya başlamıştım. Güzel, hareketli bir Latin müziğiydi bu… Murat Abi’nin parmakları, direksiyonda notalara eşlik ediyordu. Don Kişot sohbetleri bitmişti sanırım. Arabada kıvrak notaların sesinden başka ses yoktu. Ben de tekrar dışarıya, yola bakmaya başladım. Yolda bir tuhaflık vardı sanki. Renkler sıcacıktı. Tuz Gölü’nün oraya geldiğimizde farkına vardım bu farklılığın. Çünkü daha önce de geçmiştim Tuz Gölü’nün önünden ama hiç de böyle görünmemişti gözüme. Gözlerimi devirip, gözlüklerimin üzerinden baktım bir de. Gözlerime inanamadım. Çıplak gözle gördüğüm renklerden bambaşka renkler vardı bu güneş gözlüğünün camlarının arkasında. Diğer güneş gözlüklerimden farklı bir şey vardı bu gözlükte. Bu gözlüğü Necla Hanım doğum günümde hediye etmişti bana. Çok elastik, çok komik bir sapı olan, yuvarlak bir güneş gözlüğüydü bu. Necla Hanım benim yuvarlak gözlük sevdiğimi ve kolay bulamadığımı bildiği için, tesadüfen bir gözlükçüde rastladığı bu gözlüğü alıp bana hediye etmişti. Nereden bilsin sihirli bir gözlük olduğunu…

Gözlüğün sihirli olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Renkler ve renklerin bana verdiği heyecanı anlamam da… Sanki yol boyu bir sanat galerisinin içinde gidiyormuşum gibi… Ya da zaman zaman kovboy filmlerindeki o Western kasabalara giden yollardan birindeymişim gibi hissediyordum kendimi. İçimi tuhaf bir heyecan kapladı. Kendimi mutlu ve şanslı hissediyordum. Bir an bu zevki tek başına yaşıyor olmaktan utandım. Gözlüğü çıkartıp önce Berna’ya, sonra da Murat Abi’ye verdim. Onlar da çok şaşırdılar bu duruma. Hatta Murat Abi aynı zamanda miyop da olduğu için, bu durumun onun gözünde daha da özel bir hal aldığını söyleyip, bastı kahkahayı. Dünyayı farklı bir gözle görüyorsun artık, bu gözlük olmazsa gerçek dünyaya alışman zor olur senin diye dalga geçti benimle. O dalga geçmiş olabilir ama gerçekten de bir başka görünüyordu bu gözlükle dünya gözüme 🙂 Bunu zaman zaman fotoğraflarla size de göstermeye çalışacağım ama ne kadar başarılı olurum bilemiyorum.

Yol böyle akıp giderken, tabelalar Ihlara Vadisini işaret etmeye başlamıştı bile…

BÖLÜM .I. IHLARA VADİSİ

PEK YAKINDA !

Sevgiler, Başak Çetin

Her yazının sonunda perilerin renklerinden bir kaç tene koyacağım. Fotoğrafların üzerine gelip tıklarsanız daha büyük görünürler 🙂

 

 

Çok renkli bir memleketimiz var 🙂

   

   

Yorum Yazın