Yutmi

Monet’in tablolarında bir gezinti

Ağustos 07 2019

…ve işte muhteşem ormanları, yemyeşil tepeleriyle Karadeniz! Her yerin aşıklar tepesi olur da Karadeniz’in olmaz mı? Erzurum’dan çıktık yola, Karadeniz’deki ilk durağımız Aşıklar Tepesi… Memlekette her yerde bir aşıklar tepesi varmış meğerse, bunu yazıyı yazarken keşfettim.

Bu tepede gün batımını izledik. Ters ışık nefisti ve bu güzel ışıkta Dilek bizi kırmadı, mankenlik yaptı, Dilek’e bunun için çok teşekkür ederiz. Şavşat’ta ilk günümüz. Yeşil Vadi otelinde kalıyoruz. Ben bu otelde daha önce kalmıştım ama bungalovlarında ilk defa kalıyoruz. Geçen sefer çok heveslenmiştim bungalovlarda kalmaya, kısmet bu sefereymiş. Oda arkadaşım Dilek’le birlikte bu ahşap kulübede 4 güzel gün geçiriyoruz. Sabah çok erken uyanıyorum ama hava yağmurlu deyip geri yatıyorum. Aslında hava yağmurlu değil, sisli ve çiğ yağıyor. Unutmuşum bu havaları. Neyse ki uyku tutmuyor da kendimi dışarı atınca hatırlıyorum Karadeniz’i. 🙂 Eeee ne de olsa beş yıl geçmiş son geldiğimin üzerinden…

Kahvaltıya nereden baksan en az bir saat var. Daha önce de burada kaldığım için çevreyi az çok hatırlıyorum ama görelim bakalım neler değişmiş. İlk ve en büyük değişiklik bizim otelin yanında bitmiş otelle ve adıyla (green valley) ilgili ama onunla ilgili yorum yapmak istemiyorum –muhalefet hakkımı, HES’lere ve orman katliamlarına saklayacağım-. Otelin yanından devam edip yukarılara doğru yürüyorum.

Yukarı kısımlarda eskiden hatırladığım bir köy vardı sanki ama köy biraz farklı geldi bana. Bir tane eski karadeniz evi kalmış, gerisi hep beton… Bir evin bahçesindeki sırık fasulyeleri ve onun önündeki kabak çiçekleri nefis görünüyor. Ne çok örümcek ağı var. Örümceklerin yuvalarına giden ağdan tüneller çok ilgimi çekiyor. Az ileride bir inşaat devam ediyor. Beton bloklara saplanmış beyaz borular dikkatimi çekiyor. Ne işe yarayacaklarını kestiremiyorum. Normalde sorarım ama bu sefer beyaz borulara şaşkın şaşkın bakıp yoluma devam ediyorum. Hani dedim ya tek bir ahşap karadeniz evi kalmış diye; işte onun yanına gidip Yutmi’nin karnını iyice bir doyuruyorum.

Yutmi’nin karnı doydu, sıra bende… Otele dönüyorum, karpuz, peynir, tahin pekmez… En sevdiklerim… Bir de Boğatepe’den aldığım kaşarı paylaşıyoruz ekipteki arkadaşlarla. Nefis…

Bugün Şener geliyor. Karadenizli arkadaşımız, aynı zamanda rehberimiz. Ali ve Şener… Efsane kardeşler. …ve tabii yanında Poyraz. Poyraz’ı artık tanıyorsunuz. Bu gezide hep beraberiz. Yola çıkıyoruz. Geçen yazıda anlatmıştım, Yutmi o gün kıskançlık triplerine girdiği için -ki bunu Ankara’ya döndüğümde Yutmi’nin doktoru Ali bey de teyit etti – ilk günün az sayıdaki fotoğrafını cep telefonu ile çekmek zorunda kalıyorum. Yutmi’yi araçta bıraktığım için kendimi çok tuhaf hissediyorum. Elimdeki boşluğun tarifi yok. Bir şeyin ya da bir kişinin sizin için anlamını ondan uzak kaldığınızda daha iyi anlıyorsunuz. Eğer yüreğinizde büyük bir boşluk hissediyorsanız, o şey sizin için gerçekten değerli demektir. En azından ben öyle hissediyorum. Yutmi, yolculuklarımda resmen benim yol arkadaşım, sırdaşım, her şeyim olmuş. Onsuz bir yolculuk ne kadar zormuş. Hava da nasıl güzel şansımıza.

Hayatta her zaman sevdiklerimizle birlikte olamıyoruz ama onlardan uzak olduğumuzda da çevremizdeki güzellikleri görmekten vazgeçmemeliyiz. Ki biz yine şanslıydık, ertesi gün Yutmi kendine gelmiş, birbirimize kavuşmuştuk. …ve ne mutlu bize ki Yutmi ile sevgimiz ve bağlılığımız karşılıklı.

Neyse ben yine Yutmi’siz ilk günüme geri döneyim. Yine derelerden geçip tepeleri aştık. Bir yayla evinde, evin hanımı bize oracıkta kaymaklı bazlama gibi bir ekmek pişirip ikram etti. Önceden oradan geçeceğimizden habersizdi. Bizler onun için birer tanrı misafiriydik. Az da değildik… Nereden baksan 11~12 kişi vardık. Boşuna dillere destan değil bizim misafirperverliğimiz. Tabii bu şehir ve yoğun iş hayatının bozduğu insan için ne kadar geçerli bilmiyorum ama neyse ki köylerimiz hala bozulmamış.

O nefis bazlama böreği bir güzel yedikten sonra yine tepeler inip çıktık ve bir su kenarına geldik. Buz gibi akan suyun kenarında, gölgelikli ağaçların altında öğlen yemeğimizi yedik. Devam ettiğimiz yoldaki kır çiçeklerinin güzelliklerini ben anlatamam, Yutmi bile anlatmaz, ancak Monet resmedebilir.

3. günün başlangıç noktası Avcala yaylasıydı. Aracın durduğu yer oldukça sisliydi. Hepimiz yağmurluklarımızı ve tozluklarımızı giyindik. Sislerin arasından çıkıp gelen kırmızı yağmurluklu, mavi şapkalı, turuncu bandanalı gizemli adam, tabii ki Poyraz’dı. Yağmur yağmıyordu ama gerçekten sıkı bir nem, her yerde çiğ taneleri vardı. Yutmi de ben de sise bayılıyoruz. En gizemli en büyülü fotoğraflarımızı siste çekiyoruz. Tabi bize göre… :)))

Şener bu işten pek hoşnut değil çünkü o da nefis manzarayı kaçıracağımızı düşünüyor. Olsun, kaçsın, belki görmek için yine geliriz. Bugün üç buzul gölü göreceğiz. Bu göllere Şirata Gölleri diyorlarmış. Her ne kadar sisten etrafı göremiyorsak da gördüğümüz manzara bile beni benden alıyor. Hele Dilber’in kırmızı şemsiye ile Yutmi’ye modellik yapması… Yutmi çıldırıyor! Tabii bu arada Saniye, o beyaz şapkası ve Karadeniz’in çiçekleriyle en baş model. Zaten bu yazı dizisinde beyaz şapkalı birini görürseniz ki göreceksiniz, bilin ki o Saniye. Saniye’cim sana da çooook teşekkür ederim. Bu gezi için ayrı, modelliğin için ayrı… Bu arada şapkasız fotoğraflarını koymayacağıma namusum üzerine söz veririm.  :)))

Bu günün en güzel macro doğa fotoğraflarını Yasemin çekti. Altta gördüğünüz iki fotoğraf Yasemin’e ait.

Bizimle paylaştığı ve Yutmoğraf’ta yayınlanmasına izin verdiği için kendisine teşekkür ederiz.

Yasemin’in ikinci fotoğrafından da anlayacağınız gibi her yer çok ıslaktı. 🙂 Yağmur yağmamasına rağmen, nemli hava tüm bitki örtüsünü sırılsıklam etmişti ve değdiğimiz her yer de bizi ıslatıyordu. Hele göle inmek için geçtiğimiz sulak batak alan, benim ayakkabılarıma tüy dikti. Nereden baksan 7 senedir tepe tepe giydiğim ayakkabılar, bu sefer beni tepti. Her basışımda cork cork su sesi geliyor, ayak parmaklarım havuza dönmüş ayakkabılarımın içinde yüzme yarışı yapıyorlardı. Ama ben ve Yutmi azimle fotoğraf çekmeye devam ettik. Zaten üçüncü gün için yazacak çok fazla şey yok, dedim ya bazı şeyleri fotoğraflarla bile anlatmak zor oluyor bazen. Yazı yok, fotoğraf çok… Hazır mısınız Monet’in tablolarında dolaşmaya, Karadeniz’in doğasında mest olmaya?

Son gölde sis dağılmış, Karadeniz gül cemalini göstermişti. Orada sıcak bir şeyler içtikten sonra akşam yemeği için nehrin üzerine kurulmuş ahşap platformlardaki ahşap masalarda çeşit çeşit Karadeniz yemekleri yedik. O güzel yemekler kadar rakı da çok iyi gelmişti. Akşamın ilerleyen saatlerinde benim gibi yedek ayakkabısı olmayanlar, ayaklarına poşet geçirip, çitte suları süzülsün diye bıraktığı ıslak ayakkabılarını giyince ayıldı. Odalarımıza gider gitmez ıslak botlarımın içine gazete kağıtları doldurdum. Zira yanımda beyaz salon spor ayakkabısı dışında başka bir ayakkabım yoktu. :)))

“Monet’in tablolarında bir gezinti” için 10 Yorum

  1. Saniye Özsan Diyor ki:

    Bir gezinin olmazsa olmazı, anıları taze tutmamızı sağlayan senin gibi anlatımı ve fotoğrafları güzel bir arkadaşımızın varlığıdır Başak’cığım. Yeşil sahne kostümlü fotoğrafımı yayınlamadığın için çok teşekkür ederim 🙂 🙂 Ben sana ayrıca modellik de yaparım, söz 🙂

  2. Dilber Ulaş Diyor ki:

    Başak’cığım gülümseyerek okuyorum yazdıklarını, yutmografi sayesinde her an tekrar gözümün önünden geçiyor. “Söz ucar, yazı kalır” denir ya iyi ki senin anlatımın var. Daha bir güzelleştirdi gezimizi. Kendime de kızdım biraz, niye not almadım, yazmadım diye ☺️ Şemsiyeli fotoğrafıma bayıldım, teşekkür ederim. Kalemine sağlık, Ankara’da hep beraber buluştuğumuzda, tüm fotoğraflara kahkahalar atarak bakmak dileğiyle ?

  3. Özlem Titiz Diyor ki:

    Şahane bir yazı, şahane fotoğraflar… Senin ve Yutmi’nin emegine saglık Başak ?
    Fotograflara baktıkça hadi kalkın geri dönelim diyesim geliyor. Umarım yakın zamanda bu güzel ekip, o cennet doğanın içinde yeniden buluşuruz.

  4. Aygen Diyor ki:

    Yazınız ve fotoğraflarınız o kadar güzel ki , Sanki başka yer başka alemi anlatıyorsunuz;

    Sevgiler

  5. Yasemin Diyor ki:

    Başakcım fotoğrafların beni alıp götürüyor…
    Teşekkürler ?

  6. Meral Diyor ki:

    Her zamanki gibi nefis fotoğraflar ve sohbet.

  7. Ayşegül :) Diyor ki:

    Ah ne güzeldir memleketim… Ne güzel yazmışsın ve ne güzel fotoğraflamışsın Başak hocam, bir de bizim köye gidince yaz yeniden oraları 😉

  8. MAHMUT Diyor ki:

    Hem anlatımın hem de fotoğraflar harikaa. Hele bir de sevdiğin müzikleri geri planda çaldığımda ( free as the wind, Buika…) fotoğrafların arasında defalarca dönüp durdum. Tebrikler.

  9. ibrahim şepitci Diyor ki:

    Harika fotoğraflar Başakcım..

  10. dkamoy Diyor ki:

    Islak çorap hassasiyetini bildiğim için yazının malum bölümünü dehşetle okudum. Geçmiş olsun kardiş. :)))

Yorum Yazın