Yutmi

Balta Girmemiş Ormanlarda Bir Pazar Günü :)

Ekim 02 2011

Bu pazar çok zor kalktım. Perşembe ve cuma akşamları çok geç saatte yatmış, 2-3 saatlik uykular uyumuştum. Cumartesi akşamı gittiğim “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi de gece yarısı bitince sabah kalkmam oldukça zor oldu tabii (Bu arada filmi görmeyene tavsiye ederim. Şimdi filmle ilgili düşüncelerimi buraya sıkıştırmayayım, zira üzerine çok fazla konuşulabilecek bir film) Ne diyordum; saati sabahın 7’sine kurmuştum ama yataktan kalkmam 7:20’yi buldu. Her bir dakika için nasıl pazarlık ettim anlatamam. Bu arada cep telefonunun çalar saati bir taraftan cırlar, Yutmoğraf diğer taraftan… Bütün bir hafta evde kapalı kaldı ya bağırır tabii, haklı… Neyse ki herşeyim akşamdan hazırdı. Üzerimi giyinip, kendimi sokağa atmam 5 dakikamı aldı ve Gökhan’lardan 10 dakika önce buluşma yerine vardım.

Bu sefer küçük bir araçla yaklaşık 20 kişi gidiyorduk. Arkadaşım Müge’de bu sefer bizimle gelenler arasındaydı.

Herkesi yoldan topladıktan sonra Bolu il sınırları içinde kalan Yünlü Yaylalarına doğru ilerlemeye başladık. Yanımdaki koltukta oturan, daha sonra adının Şevki olduğunu öğrendiğim biri, mp3 çaları ile tekno müzik dinliyordu. Tekno müziği oldum olası sevmem. Bir taraftan yandan gelen seslere takılmamaya çalışırken bir taraftan da pencereden dışarıyı izliyordum.

Yürüyüşün başlayacağı yere geldiğimizde hepimiz araçtan inip, son hazırlıklarımızı tamamladık. Gökhan’ın liderliğinde yürüyüşümüze başladıktan biraz sonra ana yol, ağaçların arasında gözden kayboldu. Güzel, güneşli bir pazar günüydü. Tertemiz orman havasını ciğerlerimize çektikçe kendimize geliyorduk. Böylece yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra, bir tepeye doğru tırmanışa geçtik. Tırmanıştan önce verdiğimiz küçük molada Tuncay bir dilim elma ikram etti bize. Bu elma gerçekten iyi gelmişti. Fakat elmayı yedikten sonra tuhaf şeyler olmaya başladı sanki… Tırmandıkça tepe biraz daha dikleşiyor, bitki örtüsü sıklaşıyordu. Kışın devrilen ağaçlar önümüzde engeller oluşturuyor ama biz herşeye rağmen tırmanmaya devam ediyorduk. 35-45 derken tırmandığımız yamaçlar artık 65 derecelere ulaşmıştı. Bitki örtüsü o kadar sıklaşmıştı ki, Gökhan ve Jak sırtçantalarındaki baltaları çıkartıp, önlerine gelen dalları keserek bize yol açmak zorunda kalmışlardı. Bu şekilde saatlerce tırmanmış olmalıyız. Kimsenin bacaklarında hal, mataralarında su kalmamıştı. 4700 mt’lere ulaşmıştık. Burada kısa bir mola verdik. Hepimiz çok yorulmuş ve acıkmıştık. Çantalarımızdan nevalelerimizi çıkartıp, iştahla yedikten sonra şimdi de sıra inişe gelmişti. İnişimiz çıkışımızdan daha dik olmuştu. Yaklaşık 80 derecelik bir yamaçtan aşağılara doğru iniyorduk. Yutmoğrafım o kadar korkmuştu ki benden ekranını kapamamı istedi ve ben ekranını kapadıktan sonra kendini benim karnıma gömdü. Bu arada çok tuhaf bir şekilde indikçe iniyor, bir türlü düzlüğe ulaşamıyorduk. Bu iniş saatler sürdü. Güneş yavaş yavaş yan yatmaya, gölgelerimiz uzun birer hayalet gibi birbirine karışmaya başlamıştı. Bu gölgeler benim çok ilgimi çekmişti. Sanki bizden farklı hareket ediyorlardı. Sanki birlikte dans ediyorlardı. Biz yürümeye devam ettik. Artık hava iyice kararmıştı ve biz henüz yaylalara ulaşamamıştık. Bir an montum aklıma geldi. Onu arabada bırakmıştım. Eğer gece bastırır ve biz bu ormanda mahsur kalırsak donarak ölmem içten bile değildi. Artık telaşlanmaya başlamıştım. O an ayağım bir kayaya takıldı ve…

Arkadaşlar geldik, şimdi arabadan iniyoruz ve yürüyüş için hazırlanıyoruz” Bu ses Gökhan’ın sesiydi. Gözlerimi açtığımda etraf günlük güneşlikti. Hepimiz arabadaydık. İnsanlar birer ikişer araçtan inmeye başlamışlardı. Derin bir nefes aldım 🙂 Üç günlük uykusuzluk ve tekno müziğin etkisiyle sızıp kaldığım araçta rüya görmüştüm.

Ben de herkesle birlikte araçtan indim ve yürüyüşe başladık. İşin komik tarafı, rüyamdaki kadar dik olmasa da yine tırmanışlarımız ve inişlerimiz oldu.  En dik yer bile 45 dereceyi geçmiyordu. Ama her ikisi de çok keyifliydi. Özellikle 1700mt’deki Sazaklar tepesinden inişler sırasında gördüğümüz karşı tepeler, o ormanlar, tablo gibiydi…  Bu gezide de doğa hala yemyeşildi. Yalnızca arada yürüdüğümüz patikalarda samanlara rastlıyorduk ve güneş, biz yanlarından geçtikçe, onları altın sarısına çeviriyordu. Bu da benim çok hoşuma gidiyordu. Güneş’in sofrasındaydık 🙂 Nazım Bey, bize bir molada Nazım Hikmet’in “Güneşin Sofrasında” şiirini okudu. Gerçekten de güzel okudu. Ben şarkısını da bildiğim için, Nazım Bey şiiri okurken ben de içimden şarkısını söyledim.

http://www.youtube.com/watch?v=gRAJsSDmbYU&feature=results_video&playnext=1&list=PLCBFA5FFA1AEF7414 buna tıklarsanız siz de şarkıyı dinleyebilirsiniz 🙂

Yutmoğraf en çok “Fesçi Tarağı” adlı bitki ile “romatik patikayı” sevdi. Fesçi tarağı dikenliydi ama bizimkine diken işlemez tabii 🙂 Yalnız fesçi tarağı ile birlikte yuttuğu böceğin ne olduğunu bilse, yine öyle gözü kapalı yutar mıydı bilmiyorum 🙂 Romantik patika, Gökhan’ın da söylediği gibi bu parkurun en keyifli bölümlerinden biriydi. Burada sakin sakin geriden yürümeyi tercih ettik. Belki de biraz yorulmuştuk, bilmiyorum. Gerçekten de çok keyifli bir yoldu. Yol boyunca arabada tekno müzik dinleyen Şevki ile sohbet ettik. Sevki bu yürüyüşün artçısıydı. Sinemaya çok meraklıymış. Bana sevdiği filmler ve yönetmenlerden bahsetti. Böyle sohbet ede ede yürürken bir su birikintisine rastladık. Sudaki yansımalara hayran olduk. Sevki’ye rica ettim bana modellik yaptı sağolsun. Keşke üzerinde kırmızı bir şey olsaymış, o zaman o fotoğraf gerçekten çok güzel olurmuş… Akşam üzeri 4’e doğru yürüyüşümüz sona erdi. Güneşin en güzel zamanlarıydı. Grup Gökhan’ın gösterdiği esneme egzersizlerini de yaptıktan sonra, Ankara’ya dönmek üzere arabaya bindik. Yolda bir kavuncuda durduk ve Gökhan bize kavun ikram etti. Gökhan, yaptığı işi ciddiye alan, birlikte yürüdüğü insanları yürüdükleri yerlerle ilgili bilgilendiren ve hepsinden de önemlisi güvenli yürüyüşler yapan iyi bir rehber. Ayrıca iki senedir Gökhan’la yürüyorum, nereye gittiysem çok keyif aldım, çok güzel yerlerdi. Gökhan’a hem kavun, hem de bu güzel yürüyüş için kendisine teşekkür ederiz.

Haftaya tekrar buluşmak üzere 🙂

      

     

“Balta Girmemiş Ormanlarda Bir Pazar Günü :)” için 7 Yorum

  1. Müge Ateş Diyor ki:

    Başak’cığım Günaydın,
    Eline, emeğine sağlık; fotoğraflar yine çok güzel ve canlı…Bu keyifli pazar için sana ve Gökhan’a çok teşekkür ederim…sağlıkla hoşkalın….

  2. Sevim Şengün Diyor ki:

    Günaydın Başak

    Güneşli bir sonbahar pazarında ,yaşadıklarımızı çok hoş dile getirmişsin….
    Farklı bakış açınla çektiğin fotoğraflarla dünü tekrar yaşadık…..
    Gökhan’a ve sana çok teşekkürler….
    başka bir gezide buluşmak dileğiyle…

    Sevgilerle

  3. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Sevgili Başak,
    Tanışmış mıydık anımsayamadım!.. Eğer tanışıyorsak beni bağışla :-(((
    Biliyor musun, benim yutmoğrafım senin yutmoğrafını ve kalemim kalemini pek çok sevdi…
    Öpücükler…

  4. Tuncay Diyor ki:

    Başak hanım elinize sağlık, emeğiniz karşısında saygıyla eğiliyor;) ve ön kötü gününüzün böyle olmasını diliyorum.

  5. Selçuk Diyor ki:

    Hocam, solda güneş yükseliyor muydu siz güneye giderken? Yok bu şarkı sözüydü :)) Elinize sağlık, bu arada rüya daha heyecanlı olmuş sanki yürüyüşten :))

  6. IşIL Ören Diyor ki:

    yazdan kalma, taze bir sonbahar günü tazelenmişsin. Ne güzel ..
    Okurken ben de oradaydım. Eline gözüne sağlık Başakçığım : )

  7. selçuk ilbaş Diyor ki:

    Başak’cım eline ,kalemine ve yüreğine sağlık…

Yorum Yazın