Yutmi

Bali’ye ve Hayata Dair Son Bir Kaç Söz…

Aralık 09 2010

Bu gezinin benim için en eksik yanı, müziğinin olmayışıydı. Hemen her gezimde, o geziye ait bir müziğim olur. Bu orada ortaya çıkar. Dinlediğim müziklerden biri, o yerle ve hissettiklerimle özdeşleşir ve o müzik, o yere ait oluverir. Hani yeni aşık çiftlerin vardır ya “bu bizim müziğimiz” derler… Onun gibi bir şey işte.  Ama bu gezinin müziği yok…

Bali, 6-7 günde ve müziksiz bir biçimde 🙂 anlaşılacak bir yer değil. Küçücük ama çok yoğun bir ada… Gerek sanatsal yönü ile olsun, gerek dini yönleriyle, bize, bizim gördüğümüz alışık olduğumuz kültürlere göre çok farklı özellikleri olan bir yer.

Bu gezide Bali adasının etrafında tam tur atma şansımız oldu. Adanın kuzey kesimlerindeki halkın daha yoksul olduğunu gördüm. Güneye doğru indikçe gelir düzeyi artıyordu sanki. Bunu yol boyunca gördüğümüz yaşam alanlarına bakarak söylüyorum tabii. Ama gerek zengin, gerek fakir bölgelerde olsun, sanırım her yerde turistik tesisler çok şık.

Bali’ye en az bir ay ayırmak lazım. Bali’nin renklerini ve tezatlarını anlayarak yaşamak lazım. Biz Bali’yi yalnızca gördük, o da çok az bir bölümünü… Hepsi o…Bize, turistlere sunulan –turistlerin de görmeyi tercih ettiği- Bali’nin renkli ve eğlenceli yanı. Ama ne zaman Bali’de yaşayanlara dönüp baksam, bir yoksulluk ve sefaletin hakim olduğunu gördüm. Otelin kumsalında sabah yürüyüşüne çıkar da otel sınırlarının dışına adım atarsanız ne demek istediğimi daha kolay anlarsınız. Bu iki faklı yaşamın bu kadar sırt sırta olması çok sarsıyor insanı. Yoksa her memlekette zengin-fakir farkı yaşanıyor. Herkesin aynı gelir düzeyinde, aynı sosyal statüde olması mümkün olamıyor.

Bali’de ise bu ayrımı çok keskin bir şekilde görüyorsunuz.  Şık bir müze veya resim galerisini gezerken, pencereden yıkık dökük yerli halkın yaşadığı yerleri de aynı karenin içinde görmeniz çok mümkün. Ya da güzel tablolar yapıp satan Balili bir çiftçiden resim satın almanız…

Gudi bir tapınak dönüşü bizi evine kahve içmeye davet etmişti. Geciktiğimizi söyleyerek teklifini geri çevirmiştik. En çok içimde kalan şeylerden biri o oldu. Bir yeri ancak o yeri yaşayarak tanıyabilirsiniz. Diğeri ancak uzaktan bakmak oluyor. Biz de Bali’ye uzaktan baktık. O bile ne kadar çok şey katıyor insana. Bir de o kültürde yaşamınızın bir bölümünü geçirdiğinizi düşünün…

Dünya’da görecek, keşfedecek o kadar çok şey var ki. Bu öyle belgesel izlemekle filan olmuyor. İçine karışmak gerekiyor. Tıpkı Rize Ardeşen’de, arkadaşımın düğününde, tulumla birlikte Karadeniz’in köylerine karıştığım gibi. Gerede’de Şirinlerin kapısını çalıp, balina köpek balığına yetişmek için palet bastığım gibi… Blanco’nun bahçesin’de oturup müziğe gözyaşlarımı bıraktığım, bir teknenin burnunda, ufka gözlerimi verdiğim gibi. Bolshoi’da, bir kolonun önünde, 3 saat boyunca ayakta Giselle izlerken ya da Manodo’nun köyünde fotoğrafını çektiğim çocuğa kendi fotoğrafını gösterdiğimde, gözlerindeki mutluluğa karıştığım gibi…

Sanata, doğaya ve gözlerdeki o insan sıcağına bulanarak yaşamak hayatı… Yalnızca güle oynaya değil ama, yeri geldiğinde param parça olmasını göze alarak yüreğin… Gözler her zaman ısıtmaz insanın içini, bazen donar kalırsın, bazen pençeleri acıtır canını. Sanat da öyle, doğa da…

Hissederek yaşamak, çok yoğun ve hissederek… Emerek yaşamak ne varsa hayata ve insana dair. Öyle televizyon izler gibi izlemek değil…

Ataol Behramoğlu’nun çok sevdiğim bir şiiri ile bitirmek istiyorum… şiiri seven, sevmeyen herkese…

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol Behramoğlu

“Bali’ye ve Hayata Dair Son Bir Kaç Söz…” için 5 Yorum

  1. Canay Diyor ki:

    Çok güzeldi yazı dizisi. Artık yeni yerlere gidip, bize anlatmanı bekleyeceğiz herhalde..

  2. Sema Kesen Diyor ki:

    Sirada Kuba var simdiden on hazirliklara baslamak lazim 🙂

    Eline, gozune, yuregine saglik…

  3. Mehmet Külahcı Diyor ki:

    Mükemmel bir gezi ve gerçekten mükemmel bir anlatım. Sanki büyümüş bir gezginin, alçak gönüllü ve bilinmeyen yanları. Tebrik ve teşekkür ediyorum. Ataol Behramoğlu ile bitmesine
    ne demeli? Önümüzdeki aylarda nereye, nasıl gidiyorsunuz? Lütfen paylaşır mısınız?

    Sevgi ve saygı ile.

  4. Başak Diyor ki:

    Ye, Sev, Duz Et’i izleyen bir arkadaşım Bali’de yaşamaya karar vermişti. Gerçekten fotoğraflar süper, renklerin içine dalası geliyor insanın.

    Tapınaklarda çokça merdiven olmasının anlamını merak ettim…

    Sevgilerimle renkli insan:)

  5. zeynep Diyor ki:

    Başak merhaba,
    Bali’ye yerleşmeyi düşünüyorum hem de çok yakın bir zamanda…

    yazın o kadar güzel ki gitme ve keşfetme arzumu daha da güçlendirdi..

    tşkler,

    sevgiler,

Yorum Yazın