Yutmi

Ya Götürdükleri?

Mayıs 21 2012

Genellikle bardağın dolu tarafına bakmayı tercih ederim. Ama boş olan tarafına hiç bakmadığımızda bir gün susuz kalabiliriz.

Gecenin bir vakti uyku tutmayıp mektup yazdığınız oldu mu hiç? Şimdi, şu anda benim yazdığım tarzda açık mektup veya bir iş mektubu değil ama… Birine özel yazılan mektuplardan bahsediyorum. Şimdi bu nereden mi aklıma geldi..? Anlatayım… Sözüm internetsiz, cep telefonsuz bölgelerin dışına…

Son zamanlarda e-postama gelen iletilerin eskisine göre azaldığını farkettim. Bir an durup düşündüğümde nedenini anlamam çok da zor olmadı. Artık facebook var ve ben bir facebook üyesi değildim. Eskiden e-postalarla gerçekleşen paylaşımlar şimdi facebook ortamına taşınmış olmalı diye düşünürken, iletişimin teknoloji ile nasıl bir evrim geçirdiğini kurcalamaya başladım.

Sinema sever, edebiyat sever arkadaşlarımı seferber ettim. Mektupla ilgili akıllarına ne gelirse yazmalarını istedim. Benim aklıma gelenler bir yandan, onların yazdıkları bir yandan… O kadar çok ki… “Milena’ya mektuplar”ı, “13 günün mektupları”nı yazan mı istersin, ilk akla gelen “Postacı” filmini mi… Ya da İlhan Berk’le Ece Ayhan’ın mektuplaşmalarını mı… Ameli filminde, kayıp kocasını bekleyen kapıcı kadına, Ameli’nin yazdığı mektuplardan tutun da Ingebord Bachman ile Paul Celan’ın yazışmalarına kadar uzanan daha bir dolu örnek… Özellikle edebiyat tarihinde o kadar çok mektup örneği var ki… Hepsini okumaya belki de ömür yetmez.

Mektuplar… Açık mektuplar veya iş mektupları değil. Benim bir süredir kafama taktığım, özel mektuplar…

Eskiden, internet yokken, e-posta, mesincır, sıkayp, feysbuk yokken, cep telefonları ile esemes göndermez, internete bağlanmazken daha mı çok mektup yazılırdı acaba diye düşündüm. Bir de buna benzer soruyu cep telefonları yokken insanlar birbirlerine karşı daha mı özenli olurlardı diye sormuştum. Şimdi cep telefonu var, aradığınız kişiyi hela da bile bulunabilirsiniz… Peki ya yokken…?

O şimdi iştedir, bugün salı, işten sonra spora gider, saat onda evde olur. Acaba o saatte arasam ayıp mı olur?”

Telefona acaba kim çıkacak, ya babası çıkarsa !”

İyi günler efendim, ben filanca. Nasılsınız? Ayşe biraz rahatsız olduğunuzu söylemişti, umarım daha iyisinizdir. Ayşe evde mi, görüşebilir miyim?”

Saat 3… Ya bebek uyuyorsa… Telefonun sesine uyanır mı ?”

Artık tüm bunları düşünmeye gerek yok. Ne zaman nerede olursa olsun aradığınıza ulaşabilirsiniz. Telefona kim çıkar kaygısı yok. Telefonlar kişiye özel. Telefonu sessize alırsın çocuk uyanmaz.

Artık cafe, restoran gibi yerlerde insanlar görüyorum; birlikte kahve içerken, ellerindeki cep telefonlarına gömülmüş… Hatta bir keresinde bir restoranda; anne, baba ve bir kız çocuk geldiler, siparişlerini verdiler ve hepsi birden cep telefonlarını çıkarıp sipariş gelene kadar o küçük aletleri kurcalayıp durdular. Sonra tek kelime etmeden yemeklerini yediler ve kalkıp gittiler.

Cep telefonu hayatımıza büyük kolaylık getirdi. Ya götürdükleri?

İşte mektuba da buna benzer bir düşünceden yola çıkıp saplandım. Mektup bir şeyler taşır. Ama bu parlak ekranda taşıdığından farklı taşır… Hangi yazı tipi sizin el yazınızın yerini tutabilir ki? Hayatımda bir kaç defa mektubumu bilgisayarda yazdım, bilgisayardan çıktı aldım. O kadar ağırıma gitti ki… Ama başka çarem yoktu, el yazısı geride iz bırakır…

En son ne zaman bir mektubu ellerinizin arasında tuttunuz? Ne hissettiniz onu katlayıp cebinize koyarken veya buruşturup çöpe atarken? Belki de yastığınızın altına sakladınız…

Bilgisayarda mektup yazarken hata yaptınız veya bir kaç cümleyi yazmaktan vazgeçtiniz. Kolay… Dilit tuşuna basmanız yeter. Kağıda yazarken hata yaparsanız yeniden yeniden yazmanız gerek… Ne emek! Bazen tek bir harf veya sözcük için tüm mektubu yeniden yazmak yerine üzerini karalayıverirsiniz. Okuyana kimi zaman ne büyük merak!

Kağıttaki izler… Bazen öyle izler vardır ki uykularını kaçırtır insana!

Ya hitap? İnsanın bazen elini ayağını birbirine dolaştıran, nasıl hitap edeceğini bilemediği, hitap… Oysa internetten gelen mektubun kimden gelip, kime gittiği belli.

En son ne zaman bir mektubu ellerinizin arasında tuttunuz? Ne hissettiniz onu katlayıp cebinize koyarken veya buruşturup çöpe atarken? Belki de yastığınızın altına sakladınız…

Ne zamandır posta kutunuza merakla bakmıyorsunuz? Bilgisayardaki değil tabii, apartman girişindeki tahta-metal o kutucuklara? Faturalardan veya civar yerlerdeki işletmelerin el ilanlarından başka, size özel yazılmış bir mektubu bulmayalı ve hatta beklemeyeli ne kadar zaman geçti?

Benim çocukluğumda mektup vardı, mektup arkadaşlarım, mektup yazdığım arkadaşlarım vardı. Sizin çocuklarınız hiç mektup yazıyor mu?

En son ne zaman postaneden mektup gönderdiniz? Düşündüm de ben son bir kaç mektubumu da elden vermiştim. Postaneye mektup için gitmeyeli çok zaman olmuş…

Kime mektup yazar insan? Kimden mektup alır?

Bir de “görülmüştür” damgalı mektuplar var. Onlar tel örgülerin ardına neler taşır?

Bilgisayar, internet, hayatımıza çok büyük kolaylıklar getirdi. Ya götürdükleri?

Bir grup arkadaşım var, Başak bu mektup konusuna niye taktı, ne yazacak diye bekleyen. Onlar için yeni bir şeyler yok yazacağım. Ve bu yazıyı okuyanlar için de yeni bir şey değil bu. Neden mi yazdım öyleyse? Hiç, canım size mektup yazmak istedi hepsi bu 🙂

     

“Ya Götürdükleri?” için 20 Yorum

  1. öner özaylak Diyor ki:

    sevgili başak,

    madem bardağın boş tarafına bakıyoruz, güzel yazına ben de bir katkı yapayım.

    bütün bu elektronik iletişim olanaklarının getirdiği insani iletişimsizliğe(?) ek olarak çok fazla elektromanyetik dalga yayılımını da ekleyebiliriz. bunlar şu an arıların azalması olarak etkisini gösteriyor fakat uzun vadede doğrudan insan sağlığına yapacağı etkiler de öngörülüyor ne yazık ki…

    o yüzden ben de diyorum ki, doğadan ve doğal olandan uzaklaşmayalım.

    sevgiler
    öner

  2. basak Diyor ki:

    Bu arada Sevgili Öner’in düştüğü notu atlamamanızı öneririm 🙂
    Öner kim mi? Herşeyden önce Zaika sayesinde tanıdığım çok güzel bir insan… Onun dışında, iki çocuk babası, dünya tatlısı bir “elektronikçi“. Uzmanlığı “elektronik ve bilgisayar“, şu an yaptığı iş ise “general motors türkiye’de bilgisayar saha destek“.

  3. Berna Diyor ki:

    İşte, beklediğim mektuplardan biri daha gelmiş ya,
    Ben mutluyum.
    İster el yazısı, ister bilgisayar,
    Büyü sözde değil o sözü sana öyle söyleyen insan da var.
    Bazen cümledeki bir nokta üzer
    Üç nokta çiçek açtırır.
    Kimi kez insan içinden bir adsıza yazar mektubunu,
    Ama hep bilir kimden beklediğini…

  4. basak Diyor ki:

    Merhaba Berna’cım 🙂

    Ne güzel bir yanıt bu…
    Mektup göndermek kadar, hatta bazen daha da önemli oluyor yanıtını almak, yansımasını görebilmek…

    Nasıl güzel ifade etmişsin “Bazen cümledeki bir nokta üzer / Üç nokta çiçek açtırır ” diyerek.

    Yanıtını okurken, dün Onur’un gönderdiği şiir geldi aklıma… Orada yazdığı gibi gönderilmemiş, gönderilememiş mektuplar… Sizi bilmem ama benimde onlardan da var 🙂

  5. Burcu Diyor ki:

    Çok hoş bir yazı, geçmişe gidip geldim. Cep telefonu yokken veya varken ama ben kullanmazken ev telefonlarını aramak.. Anne babanın çıkması filan..:)

    Ben teknolojiden faydalanıyorum, hayatımı kolaşlaştırıyor. Örneğin karşıya geçmem gerekiyor ve anında ido’nun websitesinden saatine bakıp ona göre kendimi ayarlıyorum. Ya da yurtdışında yaşadığım süreçte kmlerce uzakta bulunan sevdiklerimin sesini özlediğim anda duyabilmek, aylarca beklemek zorunda olmamak güzeldi.

    Ancak hayatta her şeyi dengeli yaşamasını seven biriyim. Bu yüzden evde internetim yok mesela. Çünkü işte var zaten ve akşamları bari biraz kitap okuyayım, film izleyeyim ya da arkadaşlarımla vakit geçireyim diye evde yok, ya da misafirim varsa evde, telefonu bir kenara koyup unutmayı tercih ederim. Veya bir cafede arkadaşlarımla buluşmuşsam telefonla uğraşmam tabiki, saygısızlık gelir bana, yapana da kızarım.

    Mektubu en son bir kaç ay önce attım ve 2 ay önce de kartpostal aldım Almanya yaşayan ve böyle şeyleri sevdiğimi bilen bir arkadaşımdan. Eskiden hemen tüm arkadaşlarımın el yazısını bilirdim ben. Çünkü çok mektuplaşırdık ortaokuldayken. Cep telefonu yokken vakit bulamazdık konuşmaya, evden zordu çünkü ve geceleri mektup yazardık paylaşmak için hislerimizi. Çok güzeldi.. Çok heyecanlıydı o mektubu beklemek. Bir de mektup arkadaşım vardı benim 14 yaşındayken, Almanya’dan. Hiç gitmediğin bir ülke ve şehirden hiç tanımadığın biriyle yazışmak daha 14 yaşındayken.. O zamanlar çok garip ve özel bir şeydi bu!

    Demem o ki, denge önemli hayatta. Her şeyi dozunda yaşamak lazım. Değişim kaçınılmaz ve güzellikleri de çok. Ama buna kapılıp değerlerimizi unutmamak lazım..:)

  6. basak Diyor ki:

    Sevili Burcu 🙂

    Mektubu yazmak kadar, hatta daha fazla heyecanlandırıyor beni, yanıtını okumak 🙂 Bir solukta, ilgiyle ve keyifle okudum yazdıklarını. Hele orta okuldayken geceleri yazdığınız mektuplar kısmını okurken yüzme öyle hoş, öyle sevecen, öyle şefkatli bir gülümseme yerleşti ki, hala orada duruyor 🙂

    Denge konusuna gelince; sana tüm kalbimle katılıyorum. Hatta çoğu zaman kendimi bir ip cambazına benzettiğim olmuştur. Az düşmedik o ipten, az kırmadık kolu bacağı :))

  7. Nesrin Diyor ki:

    Sevgili başak yine çok güzel bir konuya parmak basmişsin. Ben hayatım boyunca yazma özürlü oldum. Mektup yazmak konusunda olsun, kart postal yazmak konusunda olsun. Teknolojik gelişmeler de beni iyice özürlü hale getirdi. İnan yıl basında ancak bir kartla ulaşabileceğim ve bizlerden gidecek haberlerin çok önemli olduğu bir arkadasıma kart atmak istedim. Kalemi elime alıp öylece kala kaldım ” ne yazacağım ” diye. Arada bir kimseye gondermesek de yazıp alıştırma mı yapsak acaba…

  8. Yasemin Diyor ki:

    Başak’cım, hepsinde olduğu gibi bu yazında da yine yüreğimin en ince noktalarına dokundun, eline ruhuna sağlık.. Son zamanlarda kafayı iyice taktığım bir konuyu açmışsın, her dediğinin altına adımı yazabilirim. Henüz bu sabaha karşı uzun bir yolculuktan geldim, insan uzaklardayken sevdikleriyle olan iletişimi kesilmesin arzu ediyor, ben de habire yazdım, ama aynen dediğin gibi gelen cevapları beklemek, geleni okumak çok daha keyifli, hatta heyecanlı.. Mektuplar bizim kuşağın hayatında hala varlıklarını sürdürüyor. Internet (veya cep telefonu) ortamında yazılan mektuplarda bile kelimelerin kısaltılmasını yakın bulamıyorum kendime. Ev telefonuyla konuşmanın verdiği o sıcak ve yakınlık keyfini cep telefonlarında bulamıyorum. Ilk gençliğe geçerken biri 11 yaşındayken Hindistan’dan, diğeri 13 yaşındayken ABD’den 2 mektup arkadaşım oldu, her ikisiyle de hala yazışıyorum, hayatlarımızı biliyoruz birbirimizin, saçlarımız beraber aklaştı, yüzler çizgilendi. Dünyanın farklı uçlarında ve kültürlerinde de olsak birbirimizi satırlarla tanıyoruz ve seviyoruz. Kızımın varlığından sonra bunlar yaşamımdaki en güzel kazançlarımmış gibi geliyor. Hatırlattığın için sana teşekkür ediyorum ve sevgiyle sarılıyorum:) y.

  9. Necla Diyor ki:

    Ellerine sağlık… Bu konu çok derin… Mektuplar beni hep etkilemiştir, hatta iki de öykü yazdım. Antalyadaki kızkardeşimle hala mektuplaşıyoruz… Ben postaneye gittiğimde özellikle pul yapıştırıyorum. Sıklıkla telefonda konuşmamıza birbirimize yazılarımızı e-postayla göndermemize rağmen mektup yazarken farklı duygular sarıyor beni, bambaşka konulara giriyorum. Hele mektubunu aldığımda nasıl heyecanlandığımı anlatamam:-)

  10. Edibe Özmen Diyor ki:

    Okurken düşündüm gerçekten son mektubumu ne zaman almıştım diye. Çok ironik olacak ama son mektubumu e-posta olarak almşıtım. Mektuptu, ismi cismi herşey ile mektup… okuduktan bir süre sonra sildim. Geri de ne izi kaldı, ne içinde yazanlar. Sen bu mektubu yazmasaydın aklıma bile gelmezdi.

    Bir yanda ise atmaya, yakmaya kıyamadığım niceleri var yıllar öncesinden. Yazın tatilde ayrı düşünce yazılmış arkadaş mektupları, yalnızca kelimelerle tanıma fırsatı bulduğum mektup arkadaşlarımınkiler, derste konuşamadığımız için minik kağıtlara yazılmış şifreli mektupçuklar, kart postallar, anılar, anılar, anılar…

    Mektup yazmanın da, almanında nefis tadını unuttuğum günlerde, yazdığın mektup için teşekkürler. 🙂

  11. Sema Kesen Diyor ki:

    Basak’cim son iki yazinda oyle guzel bir nostalji ruzgari estirdin ki. Edibe’nin dedigi gibi anilar , anilar, anilar’a surukledin bizleri. Ben de cagimizin “nimeti” teknoloji’den yararlanarak gorsel ve muzikal katkida bulunmak istiyorum :).

    http://www.youtube.com/watch?v=P5e2eVd2mrM

    Bu arada herkes gibi ben de sordum kendime son mektubu kime yazdim, kimden aldim diye. Buruk bir gulumsemeyle hatirladim ki son mektubu Balyoz davasindan Silivre’de olan Hakan Hoca’ya yazmis ve ondan aldim.

    Sevgiler…

  12. Zehra Diyor ki:

    Çıkarımların çok doğru Başakçım…Artık klavye üzerinden yazmaya o kadar alışmışız ki bazen elim kalem tutmuyor, yazamıyorum! Oysa bir zamanlar ne çok mektup yazardım..Hayatımın bir bölümü postane ile ev arasında mekik dokuyarak geçmiştir abartısız…O zaman mektuplaştığım pek çok arkadaşımın arasından özellikle biriyle mektuplarımızdan kitap bastırma projemiz vardı, tabii yapmadık 🙂 Ama ben en son Muğla’ya gidişimde, tüm mektupları Ankara’ya getirdim…!! Şimdi kitaplığımda duruyorlar; 20 sene öncesinin mektupları! Zaman zaman açılıp okunmalık, gülmelik, eğlenmelik, nostaljiyle anmalık…çok güzel şeyler yaşatıyorlar; hayatın bir dönemine ait kayıtlar gibi…Onlara hala çok iyi bakıyorum, bakacağım..Ne de olsa artık klasik anlamda mektup almak zor, öyle diil mi? 😉

  13. aysun Diyor ki:

    Başakcım ne güzel bir mektup bu… Çoktandır unuttuğum bir tat. Sen şimdi bunları yazınca çocukluğumda, en son tek tük olsa da üniversitedeyken aldığım, gönderdiğim, yazıp gönderemediğim, gönderip pişman olduğum, yazamadığım, alamadığım, keşke okumasaydım dediğim, elime alır almaz havalara uçtuğum onca mektup düştü aklıma. En çok da yastığımın altına sakladıklarım… Sen bu mektup konusunu iyi ki açtın, iyi ki yazdın.

  14. onur Diyor ki:

    🙂 Ben epey mektup yazdım. Ben yaştaki birinden -sanırım- bekleyenmeycek ölçüde. Okuldayken, o zamanki kız arkadaşımla birbirimize mektuplar yazardık, eve gidince okurduk. Ben lise sondayken cep telefonu girdi hayatıma. Sonra üniversite döneminde başka şehirlerde okuyan dostlarımla çok mektuplaştık, hepsini de saklarım hala. Kartlar attık, küçük hediyeler gönderdik birbirimize mektuplarla birlikte. Son zamanlarda ben de “içeride” olan iki arkaşımla mektuplaşıyorum. Onlara okuyacakları birşeyleri göndermeye çalışıyorum. Henüz içeri girmedim hiç ama herhalde insan ordayken daha çok ihtiyaç duyar güzel mektuplara. Son: bence insanın gönderilmemiş mektubu olmasın, göndersin içinde ne varsa!

  15. berna Diyor ki:

    sevgili başak,
    okurken yazını, konunun hem dolu hem boş yanlarını çok düşündüm. garip bir tesadüf ama tam da dün , aynı şeyleri düşündüm. nedeni ise eski mektuplarıma göz atmamdandır 🙂 ne çok aşk mektubu , dostlarımdan gelen mektuplar ve kalem kağıt kullanarak kayda aldığım duygularım varmış. dün o rutin oda sadeleşmemi yaparken en özel yerde itinayla tekrar tekrar okudum. sonra dedimki kendi kendime ” iyiki saklamışım bu değerli parçalarımı” yüzümdeki her bir çiziğin izleri… yaşanmışlıklar.
    müdade edersen sana bir anımı anlatmak isterim. ortaokuldaydık canımdan çok sevdiğim sevgili dostum sinemle aynı binada altlı üstlü oturuyorduk. o kadar çok muzurluklar yapıyordukki annelerimiz bizim görüşmemizi bir süre yasaklamıştı. ama muzur genç kızlar dururmu akşamları eve gittikten sonra plastik bir pardağın kulbuna ip bağlayıp içine de o günün olaylarını anlattığımız mektubu yerleştirir ve pencereden pencereye sarkıtırdık. hatta bir gün anneannesine yakalanmıştık da nasıl korkmuştu kadıncağız pencereden sarkan bardağı gördüğünde 🙂 sonra her yaz yazlıktan arkadaşlarıma pullayıp koşa koşa ptt ye attığım ve sonrasında heyecanla beklediğim yanıtlar…. ve jetonlar la aman bitecek korkusuyla yaptığım telefon görüşmeleri…
    işte eski dostuluklar, bu nedenle bu kadar sıcak ve yerleri hiçbir zaman dolmaz…
    dolu tarafına gelince, teknoloji olmasa seni tanıyamaz bu güzel yazılarınla eskilere gitmezdik belkide. hangisi daha kötü yada iyi bilemiyorum. ama ben hala zaman zaman arkadaşlarıma tebrik kartları , özenle yazdığım süpriz mektuplar yazarak eski samimi sicak duygıları kendimde yaşatmaya çabalıyorum. ve teknolojiyi kullanarak senin yazılarına ulaşabiliyorum 🙂 sanırım ben doğru dengeyi kurabiliyorum 🙂
    sevgiler

  16. Güliz Diyor ki:

    Başak’cığım selam,
    Aslında geriye bakıp, “ah neydi o eski günler, herşeyi keşke eskisi gibi yapıyor olsak” diyen biri değilim ama teknolojiyi hala sevip, sevmediğime tam karar verebilmiş de değilim.
    Sanırım işin sırrı herşeyi tadında bırakmak.
    Tüm bu mesaj, mail, cep telefonu vs.meselesini fast food’a benzetiyorum. Bugünün hızlı hayat temposuna uyan, ucuz, kolay bulunan, hemen yenip biten; ama ne besleyiciliği, ne de tadı tuzu olan birşey… ve fazlası da bünyeye çok zarar veriyor..
    Birşey ne kadar fazla ise o kadar tatsızlaşıp, anlamsızlaşmaya başlıyor. Bir şey için sabredip beklemek, onu her zaman daha değerli kılıyor, orası kesin. Kimbilir bir mektubu, bir e-mail’den daha özel kılan belki de, içinde yazanlardan çok , onu beklemiş olmak…
    Ben, tüm bu iletişim çılgınlığı içinde, birbiriyle iletişemeyen insanlar güruhu görüyorum, bakınca. Hani “birbirimize o kadar çok şey söylüyoruz ki, aslında hiçbirşey söylemiyoruz” meselesi. Neyse bu konu çook derin…
    Neyse ki senden mektup geldi de, akşam akşam sööyle keyifle birşeyler okudum:-)
    Herkese selam eder, yanaklarından öperim:-)

  17. Abdurrahman Diyor ki:

    Merhaba Başak,
    Bir solukta okudum güzel mektubunu 🙂
    Yüreğimde ince bir sızı ve yüzümde acı tebessümle…
    Çok uzaklara götürdü yazın beni,bir-kaç gün önce elime almıştım eski mektupları her mektupta ayrı bir ruh haline büründüm ve bu konuyu o an düşünmüştüm ilk olarak.
    Bu yazının sonunda aklıma albümlere itinayla yerleştirdiğimiz fotoğraflar geldi,mektuplar gibi eskide kalan,artık sadece medya aygıtlarının hafızalarında kalıp hiç bir zamanda basılmayacak olan ve belki de bakılmayacak olan…
    Eline,yüreğine sağlık…

  18. ibrahim şepitci Diyor ki:

    Merhaba Başak
    Öncelikle büyüklerimin ellerinden, küçükleriminde gözlerinden öperim. Nasılsın iyimisin? temenni ederim iyisindir. Bizleri sorarsan biz iyiyiz, iş güç gailesiyle uğraşmaktan zamanın nasıl geçtiğinin farkında değiliz, çocuklar da bu arada büyüyüp gidiyor. Can amcanın yağmur zamanı kırık kemikleri ağrıyor, bir doktora görün diyorum ama dinlemiyor aksi ihtiyar, hep önceliği iş…kalan vaktindede serseri gibi motora biniyor. Biz son zamanlarda feysbuk cemiyetine üye olduk, dostlukların ve akrabalıkların selahiyeti için bunun iyi olacağını söylediler, bu yörede büyük bir katılım oldu bu cemiyete, sizin oralarda da varmı böyle kuruluşlar? Varsa iyi olur belki, o gül yüzünü görürüz, nerde kiminle şettiğini biliriz belki, çünkü bizim bütün bilgilerimiz orada , bakmak isteyene açık. Mektubun içine biraz para koydum ihtiyacın vardır diye, güle güle harca.
    Mektubuma burada son veriyorum, tekrardan herkesi öpüyor ve hoşcakal diyorum.

  19. Di Diyor ki:

    Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla hala o mektup heyecanını yaşayarak yazışıyor ve internet denen nimet için sürekli şükrediyorum. Elbette bir elyazısının gönlümdeki yerini tutamaz ama ben o elyazısı ile iletişimin tadını zamanında çıkarttım. Benim için önümüzdeki maçlara bakmamın zamanı. E-posta ile hızlı iletişim sayesinde paylaşımın miktarı da çoğalabiliyor ben ve çevrem için.
    Bu arada çevremde bunu yapamayan, teknolojiye gerektiği gibi ayak uyduramayan insanların sayısı gırla. Hoşuna giden bir şey gördüğünde, bunu e-posta adresi listesindeki herkese göndermeler, “cnm”lar, “slm”lar ve Türkçe’yi doğru kullanmayı bırak, derdini anlatamamalar sözkonusu iken e-postalaşmama değer bulmuyorum o insanları, o arkadaş(!)larımı. Eğer biraz değer verdiğim kişiler ise bir ya da iki kere uyardıklarım oluyor. Kalanı ise hoop çöpe.

    “Göbeğinden Internet’e bağlı” denecek bir yapım olmasına rağmen, ne forum kültürünü ne de Feysbuk vb. ortamlarda dışa dönük yaşamayı kendime uygun bulamamış bir bünyem var. Bu durumdan da gayet memnunum. Sadece oralarda gezinerek iletişebilen arkadaşlarımla da varsın iletişmeyelim.

    Keza, cep telefonları… Birisinin istediği anda bana ulaşabilmesi fikri çok anlamsız geliyor bana. Bu yüzden de çoğunlukla cep telefonum olduğunu unutuyorum. Sessizde unutup çok sonra yanıt veriyorum veya o kişiyle konuşmak o an için benim açımdan uygun değil, açmayıveriyorum. Bana ulaşılmaması dünyanın sonu değil. Uygun olduğumda geri arayacağımı ben de karşımdaki de biliyor. Kapıdan veya bacadan “Ay ay şimdi erişmeliyim, hemen!”lere gelemiyorum. SMS kullanamayanlar ise genellikle benimle cep telefonundan çok zor iletişim kurabiliyor.
    Tabii bir de bayramlarda kim olduğuma bakmadan şablon bir sms ile gelen kutlama mesajları var. Bir tanesini bile cevaplamışlığım yoktur, cevaplamam da. Bana mı yazılmış o mesaj ki cevabını alsın..?
    Bu tavırlarıma da çevremdekiler alıştı. Alışmayanlar da uzaklaştı. Yorgan gitti, kavga bitti. 🙂

    Diyeceğim odur ki her şey insanların elinde bana kalırsa. Neye ne anlam yüklediğiniz, ne beklentide olduğunuz… Siz kendi istekleriniz ve beklentileriniz doğrultusunda çevrenizi uyarmadığınız ve gerekirse terketmeyi tercih etmediğiniz noktada, “teknoloji bizi ne hallere getirdi” diye “ah”ları, “vah”ları daha çok çekersiniz. 🙂

    Geçmişe ya da geleceğe saplanmak yerine, elimizdekilerin kıymetini bildiğimiz günler dileklerimle.

  20. Servet Diyor ki:

    Başakcığım nerden buluyorsun böyle incelikleri, özlemleri, hasretleri?
    Dostların hem nicelik, hem de nitelik olarak öyle güzel şeyler yazmış ki…Ben de sevgili hemşehrimle katılayım bari. Hepinizin yüreğine sağlık.
    Sevgilerimle

    http://www.youtube.com/watch?v=as7QZM6ItDo

Yorum Yazın