Yutmi

Sihirli Minik Parmaklar…

Eylül 30 2012

 

Sesin soluğun çıkmıyor, Yutmoğraf’ı da ihmal ediyorsun diye arıyor bazı arkadaşlar, sağolsunlar… Biraz iş, güç, koşturmaca. Aslında yapacak ve yaptığım çok şey var ama ya vakit bulup toparlayamıyorum ya da heyecanlanıp yazamıyorum 🙂 Yutmoğraf’la ilgili bir öykü işine kalkıştım ama bunun çalışmasını küçük arkadaşlarımla yürütüyorum. Bir de yakın zamanda bir hareket olacak 🙂 O da sürprizmiş 🙂 O zamana kadar size bir İstanbul masalı anlatayım.

* * *

Üç ay öncesinden biletlerini aldığımız gösteriyi artık izleme vakti gelmişti. Dünya’nın en ünlü insan sirki Cirque Du Soleil (Güneşin Sirki) İstanbul’a gelmişti. Üstelik benim en sevdiğim gösterisi Alegria ile ! Bu sirk Eskiden sokak sanatçısı olan Guy Laliberte ve Daniel Gauthier tarafından 1984 yılında kurulmuş.

Cumartesi sabah yola çıkarken Yutmi’yi gösteriye giremeyeceği konusunda ikna etmem zor oldu. Bir “Lütfen ben de geleyim, yutmadan izlerim söz” deyişi var ki yürekler acısı… Gösteriyi birlikte izlemeyi en az onun kadar istediğimi, ancak kapıda arama olursa kendisine el koyabileceklerini, bunu da hiç istemediğimi söyledim. Gösteriye girmese de iki gün İstanbul’u gezeceğimizi, o zaman ne isterse yutabileceğine dair söz verdim. Neyse ki benim de üzüldüğümü gördüğü için daha fazla ısrar etmedi.

      

İstanbul’a ulaştığımızda saat öğleden sonra 5’e gelmişti. Gösteri akşam saat 8’de başlayacaktı ve daha vaktimiz vardı. Bostancı iskelesine indik. Buralar Küçük Kara Keçim’in mekanı. Bize eski oturdukları yeri ve okulunu gösterdi. Yol yorgunluğunu alması için birer bira alıp, sahildeki kayalıklara oturduk. Güneş yavaş yavaş denize doğru inmeye başlamıştı. Vapur iskelesinin üzerine martılar üşüşmüş, Yutmi’nin de onları gördükçe iştahı kabarmıştı. Akşam gösteriye de gelemeyecek ya, ne bulduysa yuttu. Kayaların üzerinde mısırını yiyen küçük kızı bile mısırıyla birlikte yuttu 🙂

 

Hava kararmaya, gösteri vakti gelmeye başlamıştı. Ataköy’deki Fenerbahçe Ülker Arena’ya ulaşmamız çok vakit almadı. Gösteri başladığında nefes bile almıyordum. Yanımda oturan iki küçük kızın seslerini dahi duymuyordum. İlk bölümde yer alan Vai Vedrai şarkısı eşliğinde bambinolar salıncaklarıyla yükselmeye başladıklarında heyecandan kalbim yerinden çıkacak sandım. İşte defalarca bir ekrandan hayranlıkla izlediğim o an capcanlı karşımdaydı. Burada ne yazsam o anı anlatamam. En iyisimi birlikte bir daha izleyelim 

Gösteri iki bölümdü. İlk bölüm boyunca yanımda oturan beş yaşlarındaki iki kız çocuğu öyle çok ve yüksek sesle konuştular ki gösteri arasında onlara “sizin küçük sesiniz var mı?” diye sormak zorunda kaldım. Hemen yanımda oturan kahve rengi saçlısı “benim var” dedi. Zaten onun pek sesi çıkmıyordu. Esas borusu öten sarışın olanıydı. O da “benim küçük sesim yok ki” dedi. “zaten ben anlamıştım” deyip, yanımdakiyle küçük sesle konuşmaya başladım. O da bana küçük sesle cevaplar verdi. Bir süre böyle sohbet ettik. Bir baktım Sarı kız da küçük sesle bize katılmış. “A-ah” dedim, “senin de küçük sesin varmış, gördün mü?” Güldü. Sonra iki küçük kızla biraz sohbet ettim. Biri piyano, diğeri keman çalıyormuş. Piyano çalan benim yanımda oturan esmer. Küçük kurbağa ve daha dün annemizi çalmayı öğrenmiş onu söyledi. Sonra ikisi birden ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarttılar. Ben çıplak ayaklara dayanamam. Başladım bunları gıdıklamaya. Kakara kikiri ara bitti. Ama ikinci yarıda sarı kız yine koca sesiyle konuşunca annesi onu yanına adlı. Esmer olan da bana kaldı. Klima çalışınca küçük kız üşüdü. Yanımdaki sweatshirtü küçük kızın üzerine örttüm. Gösteriyi izlemeye devam ettim. Bir ara iki küçük çıplak ayağı avuçlarımın içinde hissettim. Bir de baktım ki küçük kızın ayakları… Üşümüşler… Avuçlarımın içine aldım onları, birlikte gösteriyi izlemeye devam ettik. Hiç sesi çıkmıyordu. Gösterinin sonlarına doğru yüzümde minik parmaklar dolaşıyordu. Dönüp küçük kıza baktığımda parmakları gibi beni okşayan bir çift gözle karşılaştım. Artık ne Cirque Du Soleil ne Allegria… İçimde uçuşan ateşböcekleriydi… 🙂

Gece o anı düşünerek uykuya daldım…

Sabah Ünal, Küçük Kara Keçi’m, Arzu ve Yalçın’la Kuzguncuk’a gittik. Oraları görmeyeli çok olmuş. Yutmoğraf da ilk kez görüyor. Tabii hemen saldırdı oraya buraya. İşte bu kareler de oralardan. Bu aralar sesiniz soluğunuz çıkmıyor diyen arkadaşlar için bir İstanbul masalı, bir bambino şarkısı ve biraz fotoğraf…

Bu arada benim bu sirki, canlı olarak ikinci izleyişim. Geçen sene de “Saltimbanco” adlı gösterilerini izlemiştim. Onunla ilgili yazımı mı da ekliyorum. Okumayan, okumak veya bakmak isteyen olursa diye…. 🙂

https://www.yutmografim.com/asure-tadinda-bir-hafta-sonu/

 

“Sihirli Minik Parmaklar…” için 4 Yorum

  1. Edibe Diyor ki:

    Ahh İstanbul! Gercekten cok ozledim. Kuzguncuk’a da bayilirim. Dar sokaklarda omuz omuza vermis rengarenk evler…Her yanindan samimi bir yasanmislik fiskiriyor.
    Cirque du Soleil’e gelince, okurken bambinolar gozumde canlandi. Umarim bir daha ki sefere ben sizlerle olurum 🙂

  2. elif Diyor ki:

    Ne güzeldi birlikte yolda olmak..Ayrıca İstanbul’da bir etkinlik yerine 1 saat öncesinde gittiğim de olmamıştı. İtiraf edeyim , Cirque Du Soleil ‘i izlemekten daha fazla senin heyecanını paylaşmaktı beni mutlu eden.. Sen olarak, seninle birlikte gelen, hayatıma sızan yüzümü güldüren, düşündüren şeyler Ankara’da bana bir soluk olmaya devam ediyor. Birlikte daha fazla seyahat etme imkanımız olur umarım..:)

  3. servet Diyor ki:

    İşte ses, işte soluk!!!
    Yetmemiş, bir dolu da resimler kondurmuş bizim için. Öykülerini yazmış.
    Bir haftadır tatildeydim ve bu sabah bakınca pek bi keyiflendim Başakcığım.
    Sirkte sadece insan olması bile benim için bir güzellikti. Şarkı söyleyen kadının sesindeki hüzün, sanki hayatla ölüm arasında salıncak kurmuş o iki insanüstü canbazın veda şarkısı gibi geldi bana. Nasıl bir kader, insanı o yükseklerde ip üstünde ölüm oyunu oynatır.
    Çocukluğumda ip canbazı bir Boncuk vardı. Onun gerçek adını bilmezdik. Merak da etmedik. Her yıl mutlaka gelir, aynı düşme numaralarını yapar ve biz çocuklar da her yıl o numaraları ilk kez görüyormuşcasına; yalancıktan ayağını kaydırdığı o anda, aynı çığlıkları atardık. Büyüdük! Boncuk mu gelmez oldu yoksa geldi de biz mi gitmedik hatırlamıyorum. İpten indiğinde, bütün büyüsü kaybolur, sıradanlaşırdı. Bir gün Muratla sohbet ederken Boncuk’tan bahsedince, yıllardır anmadığımız ortak bir arkadaşımızı bulmuş gibi sevinmiştik. Demek ki boncuk bütün Ege çocuklarının gönlüne girmişti.
    Paylaştığın için çok teşekkürler sevgili Başak.
    Sevgilerimle.

  4. basak Diyor ki:

    Hepimiz birer Boncuk’uz belki de Servet Abi, ipten indiğimizde sıradanlaşan…
    Sizleri bilmem ama bazen kendimi bazen öyle hissediyorum. İnsanları eğlendiren, hep gösteri halinde bir Boncuk… Ne zaman yorulup soluklanmak için ipten insem, o kalabalık dağılıp gidiveriyor, bir kaç vefalı izleyicim dışında…

Yorum Yazın