Yutmi

Bilinmeyene yolculuk…

Haziran 01 2013

İnanın bu yazının fotoğraflarını -henüz- ben de bilmiyorum. Ve siz bu yazıyı okurken ben o fotoğrafların peşine düşmüş olacağım… 🙂 Yutmi, bir iki hafta öncesinden başladı heyecanlanmaya. Yok bu seferki ne yurtdışı gezisi, ne de dalış…

Bu sefer dağa, tırmanışa gidiyoruz. Üstelik bir gece de çadırda kalacağız. İşte bizimkinin bütün hevesi çadırda kalacak olmamız. Yutmi daha önce hiç çadırda kalmadı. Bundan 10-12 sene önce, yazın, Katrancı koyunda, Kevser, Oğuzhan ve benim, üstelik de aynı çadırda sızdığımızı saymazsak, ben de daha önce hiç çadırda kalmadım. Hem bu seferki çadır işi ciddi. Hava 4 derece filan olacak ve biz uykutulumlarımızda uyuyacağız. Dağcılar gibi yani 🙂

Geçen pazartesi, geziyi düzenleyen MONTİS grubu ve geziye katılacaklarla bir tanışma ve bilgilendirme toplantısı oldu. Ben o toplantıya kadar, bu iki günlük etkinliğin daha çok treking ağırlıklı olacağını düşünüyordum. Gündüz yürüyüş, akşam ateş başı ve gece çadır konaklamalı bir etkinlik… Meğer pek de öyle lay lay lom bir gezi olmayacakmış. MONTIS’de izlediğimiz video ve fotoğrafların ardından, başımıza geleceğin pek de öyle hafife alınır bir şey olamadığını anladık. Bu yürüyüş, kafamıza kask takacağımız, yanımıza kazma ve krampon alacağımız (yer yer buzlanma olabilirmiş… krampon da ayakkabıya takılan çivili bir zımbırtı. kazmanın ne işe yaradığını hiç söylemeyeyim bile 🙂 ), baton kullanacağımız -üstelik baton kullanmaktan da nefret ederim- 3150mt’ye bir zirve tırmanışı… Nasıl dalarken ekipman kullanıyorsak, bu da öyle bir şey…

Ercan fotoğraflar eşliğinde bize bu bilgileri verirken benim yüzümün şekli değişmeye, gözlerim irileşip, ağızım kulaklarıma doğru ilerlemeye başladı. Bu korku, hayranlık ve heyecanla karışık ruh halimin, yüzüme yansımasıydı… Kask, krampon ve kazmayı duyunca biraz tırstım. Fotoğraflarda, bir önceki tırmanışlara ait görüntüleri -özellikle de gökyüzü ile sarp kayaların buluştuğu noktaları- gördükçe hayranlık duydum ve birkaç gün sonra bu görüntülerin içine dalacağımı düşünmek, beni çok heyecanlandırdı. Beni sakinleştiren tek şey, Ercan’ın hakim ve rahat üslubuydu. ÖzgürCE’nin Erciyes tırmanışındaki fotoğraflarına baktıkça, gökyüzünün o muhteşem mavisine büyülendim. Denizin derin mavisi her dalışta nasıl çekiyorsa beni içine, o fotoğraflarda gördüğüm gökyüzüne de öyle akmak istedim. Bildiğim tek şey, bunun dalış kadar kolay olmadığıydı. Ve o görüntüye ulaşmanın tek yolu tırmanmaktı.

Nereye mi gidiyoruz? Sahi söylemeyi unuttum değil mi? Aladağlar’da Lahitkaya‘ya tırmanmaya…

Ben günlerdir çadır, kamp ateşi ve uykutulumunda uyumanın heyecanı ile yanıp tutuşurken, bir anda işin rengi değişmişti. Tüm bu heyecanların üzerine, onlardan çok daha ağır basan tırmanma arzusu eklenmişti. Kalbim buna dayanabilecek mi ki? 🙂

Ercan gezi programını anlatıyordu; cumartesi sabah saat 6 da yola çıkacak, öğlene doğru kamp alanına varacaktık. Çadırları neyse ki biz kurmayacaktık 🙂 Öğle yemeğinden sonra kısa bir keşif gezisi yapıp akşam kamp ateşinde kavurma yapacaktık. Kamp ateşi için neler feda etmezdim. Geziye katılmak için tek şartım buydu; ATEŞ YAKMAK! Ben ateşin başında sabaha kadar oturma hayalleri kurarken, Ercan sabaha karşı 3’de tırmanış için yürüyüşe başlayacağımızı söylemez mi!! Birden ateş beni bastı ve eyvah ben ne yapıyorum dedim kendi kendime. Sonra “panik yok” deyip, derin bir nefes aldıktan sonra Ercan’a “peki sabaha kadar uyumayıp, sabah kamp yerinde kalma şansımız var mı?” diye sordum. Ben tırmanmayayım kamp yerinde kalıp etrafı dolanıyım diye hesaplar yapmaya başlamıştım. Uzun zamandır düzenli spor yapmadığım ve aldığım 5-6 kiloyu veremediğim için kondisyonumdan biraz endişeliydim. Ercan dağcılıkta ilk başlayanlar için kullandıkları bir rota oldunu ve çok zorlanmayacağımızı söylüyordu. Bu arada zirve yolunda çekilen fotoğrafları gördükçe de içim gidiyordu. Hem ateşin başında sabahlayıp, hem tırmanışa gitsem ne olur ki? 

Bir taraftan kafamdan bunlar geçerken bir taraftan sorular sormaya devam ediyordum. Tüm sorularıma yanıt almak ve onların bu işi bilen tavırları beni rahatlatıyordu. Ercan sorularımı yanıtlarken benimle çok eğleneceklerini söyleyip gülüyordu. Şimdi o günkü halimi düşündükçe ona hak veriyorum. Kafam çok karışmış, tüm isteklerim birbirine girmişti. Bir taraftan tırmanıp o müthiş manzarayı görmek istiyordum, bir taraftan kamp ateşinin başında sabaha kadar oturup, güneşin doğuşunu izlemek… Ama ikisi aynı anda olamazdı. Sanırım ne yapacağıma cumartesi günü, kamp alanına vardığımızda karar vereceğim. Zirveye çıkacak mıyım? Çıkarsam neler yaşayacağım? Hiç bir şey bilmiyorum ve merakla bekliyorum. 🙂 Neyse dönüşte yazarım artık 🙂

Çanta hazırlamak konusunda da uzun zamandır ilk kez bu kadar titiz davranıyordum. Yutmi’ninki ayrı benimki ayrı detaylara sahipti. MONTIS’in gönderdiği eşya listesini açtım önüme… Yürüyüşte kullanacağım koca kalın tabanlı kazulet yürüyüş ayakkabılarımı çantaya koymaya karar verdim. İki gün boyunca ayağımda kalsınlar istemedim. Tibet için özel oldığım ve Himalaya eteklerinde -10 derecede uyumaya çalışırken, beni donmaktan kurtaran pantalonumu, içliklerimi, polar beremi, boyunluğumu ve parmaksız eldivenlerimi -parmaklı polar eldiveni ve batonları Şevki ödünç verecekti- ve Ayça’dan ödünç aldığım -10 dereceye dayanıklı uyku tumunu aldım. Uyku tulumu o kadar büyüktü ki nerelere sığdıracağımı bilemedim. Kafa feneri ve yedek çoraplar filan derken alt tarafı iki gün dediğim gezinin eşyaları dünyalar kadar yer kapladı. Yağmurluğu unutmamalıydım ve de tozlukları… Daha şimdiden nefes darlığı yaşamaya başlamıştım. Dalış öncesi de hep aynı şey olur. Özellikle dalış elbiselerini ve ekipmanlarını kuşanırken. Ama suya atladığında herşey biter ve dünyanın en mutlu insanı oluverirsin bir anda. Dağda atlayacak su yoktu ama o gökyüzünün mavisi, o sarp kalıklar ve hele bir de parça bölük bulut oldu mu YAŞADIK DEMEKTİR 🙂 Uzun zamandır bir yolculuk için bu kadar heyecanlanmamıştım. Yutmi’nin de sesinin soluğunun çıkmadığına bakılırsa o da çok heyecanlıydı. Onun iki çeşit heyecanı oluyor. Bu tür heyecanlarda hiç sesi çıkmıyor 🙂 Son kontrolleri de yaptım. Galiba artık gitmeye hazırız.

Şimdilik hoşçakalın…

 

“Bilinmeyene yolculuk…” için 4 Yorum

  1. gk Diyor ki:

    haydi kolay gelsin, bekliyoruz, Lahitkaya anılarını ve fotograflarını, Yutmi 🙂

  2. Zehra Diyor ki:

    Bambaşka bir aleme gittim 🙂 Sen Tibet’ten antremanlısın ama, yapacağına eminim 😉 iyi geziler..

  3. basak Diyor ki:

    Zehra’cım teşekkür ederim.

    Bu sefer oldukça zorlandım.
    Türkiye ayağa kalmışken oralarda olmak da çok zoruma gitti ve keyif aldığımı söyleyemem.
    Neler olup bittiğini cumartesi sabah yolda öğrenirken öyle şaşkındık ki ne olduğunu anlayamadan dağlık bölgeye geldik.

    Ve dün sabahtan gecenin bir vaktine kadar sokaklardaydım ne olup bittiğini gözümle görmek istedim. Sanki gözümle görmeden inanamayacakmışım gibi.
    Dünyanın bir çok ülkesinden böyle görüntüler izlemiştik televizyonlarda. Kendi ülkemizde de küçük büyük çapta çatışmalar…
    Ama bu bambaşka birşey. Ve bu kadar hayatımızın içinde olmasının yaşattığı duygu bambaşka.

    Bir taraftan seviniyorsun; insanların artık bunca haksızlığa sessiz kalmadığını görerek…

    Bir taraftan üzülüyorsun; insanlara (gerçekten de gencecik çocuklara, her yaştan insana) uygulanan bu şiddeti gördükçe…

    Bir taraftan kaygılanıyorsun; hükümetin -bunca yaşanana rağmen- tahrik edici, şaşkınlık verici demeçlerini izledikçe…

    Tek dileğim bunca sıkıntının Türkiye için iyi sonuçlar doğurmasıdır.

  4. HaMuKi Diyor ki:

    çok güzel yazı olmuş Başak. ellerine sağlık.

Yorum Yazın