Yutmi

Bilinç adında bir sözcük…

Ekim 15 2012

Çok şey yaşadım geçen hafta. Bir hafta için çok geldi bana hepsi. Hani bir kaç seferde taşınacak eşyayı tek seferde sırtlanıp taşımaya kalkarsınızya işte onun gibi bir şey. Hani bazen o çoklar -tam da çok olduklarından ve hatta kimisi de hoş çokluklar olmasına rağmen- ezer gibi olurlar ya sizi ve tam da o anda dinlediğiniz bir müzik, okuduğunuz bir şiir kaldırıverir o çokları üzerinizden kısa bir süre de olsa. İşte ben de size öyle bir şarkı ve yanında da bir şiir gönderiyorum. 4 Tane de film… Ve diliyorum ki bütün haftanız böyle hafif ve neşe içinde geçsin. Teşekkürler Gandalf ve Küçük Kara Keçim 🙂

insan değil de ağaç olsam

dallarımın arasından rüzgar esse
yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa !
mevsimleri yaşasam…
köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.

kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar…
böcekler, karıncalar yollansalar içime…
çürütseler oralarımı,
ballarım, sakızlarım olsa
gövdeme bir insan yaslanıp uyusa…
ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam
Erkan Oğur

Bu çoklardan biri de Filmekimi Film Festivali’ndeki filmlerdi. Üç film beni çok etkiledi. Bulup izleme şansınız olur mu bilemem ama eğer bulabilirseniz tevsiye ederim, izleyin. E bu kadar çokla dolaşacak halim yok, birazını paylaşırsınız değil mi benimle? 🙂

1.FİLM: “Marley”… 36 Yaşında kanserden hayatını yitirmiş yaşam dolu bir insanın, Bob Marley’in hayatı ile ilgili bir belgesel film. Bob Marley yalnızca Jamaika’lı bir reggae sanatçısı değil. O gerçek bir aşık. Ama bir kadına değil. Yaptığı müzikte, insanlarda ve müziği ile yapabileceklerine olan inancında aşkı yaşayan biri Bob Marley. Bu aşk da; verdiği konserlerde alanlara sığmayan, ölümünde geçtiği yol boyunca onu yalnız bırakmayan sevenlerinde karşılık bulmuş. Bu aşk, vazgeçmeyen yapısı, hastalıklara karşı umursamazlığı ve halkların sevdiği bir devrimci oluşuyla bir anlamda Che’yi de hatırlattı bana.

Bob Marley, Jamaika’da Uğradığı silahlı saldırının bedeninde açtığı kurşun yaralarına inat “Smile Jamaica” adlı konserde sahneye çıkar. 1978’de yaşanan iç savaş sırasında düzenlediği barış konserinde iki karşıt görüşün liderleri Michael Manley ile Edward Seaga’yı aynı sahneye çıkartır. Hatta birlikte yaşayabildiklerini göstermek için ikisini el ele tutuşturmayı başarır. Filmden çok küçük bir kesit getirdim ben önünüze. Keşke tamamını izleme şansınız olsa…

2.FİLM: “Onur Savaşı”. Haksız yere çocuk taciziyle suçlanan ve mahvolan yaşamını toparlamaya çalışan bir adamın hikayesi. Herkesin başına gelebilecek türden bir dram. Çok iyi işlenmiş bir Danimarka filmi. Bunun hakkında fazla yazmayacağım ama sanırım aldığı ödellerden ötürü kolayca edinebileceğiniz bir film olacak. 

3.FİLM: “Merhamet” Türkçeye “acı” diye çevrilmiş ama biz Korece bilen bir çiftten adının merhamet olduğunu duyduk ve filmi izleyince bu adın filme daha uygun olduğuna karar verdik. Kim Ki-duk’un yönetmeniliğini yaptığı film oldukça çarpıcı. Annesiz büyümüş 30 yaşlarındaki öfke ve şiddet dolu bir adamın karşısına annesi olduğunu iddia eden bir kadının çıkmasından sonraki değişimini anlatan bir film. Tüm kötü duyguların sevgi karşında insana yaşattığı ikilem ve sevginin dize getirdiği insanoğlu… Film kolay izlenebilen bir film değil. Şiddet sahneleri insanın canını yakarken, annenin duyguları, yaşanmamış bir ana-oğul ilişkisinin 30 yıldan sonra yaşama çabası, evlat sevgisi, anne sevgisi, merhamet, intikam, öfke… Duyguların ve değerlerin savaşı. Çok sarsıcı ama çok başarılı bir film.

Ne yazık ki festivalin tüm filmlerini izleme şansım olmadı ama izlediklerim arasında bu üçü gerçekten çok başarılıydı.

4.FİLM: Bir filden daha bahsedeceğim size ama bu festival’den değil. Ortadünya’dan… Bir süredir Ortadünya’ya gidip geliyorum. Gandalf’la arkadaş olduk. Ekümenoplolis’i orada izledim. Biraz kızdım neden böyle akılda kalması zor bir isim bulmuşlar diye ama eğer bir şey yeterince iyi ise ve ilgi çekiyorsa öyle veya böyle ona ulaşabiliyor insanoğlu 🙂 Neyse ki böyle bir zekaya sahibiz 🙂 Ekümenopolis, ucu olmayan şehir… Filmde, 1980’lerde dünya ekonomisinde yaşanan değişim ve buna bağlı olarak hızlanan küreselleşmenin dünya kentlerinde yarattığı değişim anlatılıyor. İstanbul ele alınmış ve onun üzerine kurgulanmış. Ben çok başarılı buldum. Parmağı insanın gözüne sokmadan, aklına hitap eden bir yaklaşımı var ve bu benim hoşuma gitti. Animasyonlar çok başarılı, zekice ve yerinde. Çok güzel örneklemeler var. Eh izleyiciye de orada anlatılanı anlamak kalıyor. Bunun için biracık düşünmek, biraz da filmde ne demek istenildiği konusunda okuma yapmak gerekiyor belki. Ama filmi dikkatle izlerseniz buna o kadar da gerek kalmayabilir 🙂

Yaşanan acılar ve sıkıntılar da hayatın gerçekleri… Biz yaşamıyor olsak da yaşanan acıları görmezden gelmeyiz değil mi. Nasıl bir yaşamın içinde olduğumuzun ne kadar farkındayız? Uzunca bir süredir üzerinde durduğum bir sözcük var; “bilinç”… Doğan Cüceloğlu; “Bilinciniz gelişmeden, o bilince uygun olan olayları algılayamazsınız.”diyor.  Bilinç, anlamak değildir, bilinç bir çeşit görme halidir.Bu da böyle bir fotoğraf;

Ne demiş şair; Kör olasın demiyorum / Kör olma da gör beni.

Bu bilinç kelimesine taktım ya 🙂 yazının bir kenarına iliştirmesem çatlardım.

Hadi bir kere daha dinleyelim şu şarkıyı 🙂

 

 

“Bilinç adında bir sözcük…” için 5 Yorum

  1. servet Diyor ki:

    Günaydın Başakcığım ve Küçük Yutmi,
    Varlık, yokluktan yeğdir der eskiler. Böyle dolu dolu güzellikler herkese nasip olmuyor!
    Ne mutlu size. Ve iyi ki varsınız.
    Erkan Oğur, Yunus Emre, Karacaoğlan, Ercişli Emrah ile yaşamış gibi bir insan gibi gelir hep bana. Ve değeri bilinmeyen…Şiiri çok güzel ve ilk kez okudum.
    Teşekkür ederim ikinize de.
    Sevgilerimle

  2. Zehra Diyor ki:

    Başakçım, çok yoğun bir hafta ve haftasonu geçirmişsin anlaşılan.. Ardından da bir sürü paylaşım çıkmış 🙂 Teşekkürler..Kim ki Duk en sevdiğim yönetmenlerden biridir ve filmlerini elimden geldiğince edinip izlemeye çalışırım..Son yıllarda yeni bir filmi görmemiştim ama, demek festivaldeydi…Anladığım kadarıyla insanın içine dokunan bir film. Diğerleri de çok ilginç görünüyor.. Bilinç konusundaki vurgu ise gerçekçi ve önemli.. Üzerinde çooook çalışılmayı hakeden bir konu, çünkü bilinci, zihni anlamak gerçekten kolay iş değil 🙂 Görüşmek üzere, sevgiler..

  3. Nur Diyor ki:

    Harikasin. Muzik cok cici. Bob Marley’i çok severim, o filmi de izlemeli! Kim Ki Duk’un hemen her filmini izlemeye çalışıyorum. Filmlerin yarısına hayran oluyorum, diğer yarısını bitirmeyi bile başaramıyorum! O filmi de bitiremeyebilirim!
    2. film bana birini hatirlatti. ODTÜ’ de bir psikolog tacizle suçlandı. Çok çekingen, naif bir insandı, buna inanamadım. Sonra öğrenciler kimi suçladıklarını bile bilmeden eylemler yaptılar. Örneğin pankartlarda tacizci doktor(!) ODTÜ’den git yazıyordu. Sonuç olarak çocuk mecburen ODTÜ’den gönderildi. Kars’a… Ve orada intihar etti… Bilmem buna sebep olan biliyor mu, yaptıklarından ve sonuçlarından memnun mu… Daha çook söylenecek şey var, bu seferlik bu kadar…

  4. Dido Diyor ki:

    Pek hoşuma giden bir yazı hazırlamışsın, pazartesi pazartesi iyi geldi bene. Tişkürderim.

    Ekümenoplolis’i benim gibi izleyemeyenler olursa, şuradaki uzun fragmanını izleyip, ardından da şuradaki “sinopsis”i okuyup nispeten tatmin olabilirler sanki gibime geldi.

  5. basak iyidogan Diyor ki:

    Yazinin girisinde demissin ya yasanan cokluklari bazen bir siir veya sarki kaldiriverir diye… İste ben bu kisimda kaldim. Dogru; hayat boyle. Bu c umlen uzerimdeki agirligi kaldirdi. Cok opuyorum seni.

Yorum Yazın