Yutmi

BALİ .IV.BÖLÜM ( Ubud )

Kasım 29 2010

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra tekrar Sanur’dayız. Ertesi gün için programımız Ubud’a gitmek. Artık ekibimizde Kerim ve Pelin de var. Bütün gezi dokümanlarımı ve haritalarımı Tulamben’de unuttuğum için, Otel’den bir Bali haritası alıyorum. Harita üzerinden bakarak program hazırlıyorum. İlk durağımız “Neka Museum”. Burası Bali resim sanatının sergilendiği bir müze. Daha sonra görüyorum ki tüm müzelerde (en azından bizim gittiğimiz tüm müzelerde) Bali resim sanatı var.

Müzeyi gezip, bolca fotoğraf alıyoruz. Yutmoğrafım’ın bu gezide gerçekten sesi çıkmıyor. Yalnız müzede bana biraz söyleniyor. Tam da üçayağı kullanmanın yeriymiş, niye yanımıza almamışız, Bali’ye kadar niye taşımız kullanmayacaksak …. Kafamın etini yedi. Ne yalan söyleyeyim çok da haklıydı. Ama hava o kadar sıcaktı ki üçayağı taşımak için sırt çantamı da yanımda taşımam gerekirdi, hem sonra gezdiğimiz yer müze, belki izin vermezlerdi fotoğraf çekimine… Ne biliim işte bir sürü bahane uyduruyorum kendime ama yutmoğrafım haklıydı, üçayak şarttı.

Müzeden çıkıp Campuhan Caddesinde yürümeye başladık. Sağlı sollu resim galerileri ve ahşap ve batik işleri görüyorduk. Yol üzerinde gördüğümüz bir ahşap işleri dükkanına, neden girdiğimizi pek de bilmeden –zira ne bir ışık ne bir hareket vardı- girdik. Dükkanın içinden arka bahçeye açılan bir kapı vardı. Her zamanki merakım beni bahçeden içeri çağırdı. Bahçenin içinde bir evin terasını andıran bir yer vardı. Fakat burası ahşap dükkanından da Bali’de şimdiye kadar gördüğümüz evlerden de farklı bir yerdi. Değişik modern objeler vardı. Daha çok küçük bir sanat galerisini andırıyordu. Bir adam ve bir kadın bu objelerin fotoğraflarını çekiyorlardı. Kadın Balili’ye benziyordu ama adam kesinlikle ya bir Avrupalı ya da Amerikalı olmalıydı. Meraklı bakışlarımızı görünce bizi içeri davet ettiler. Burası bir çeşit parfüm atölyesiydi. Dükkan diyemeyeceğim zira haksızlık olur. Atölyenin Sahibi bir Fransız’dı ve parfüm imal ediyordu. İşin ilginç yanı, önce bir obje (şişe, heykel, resim, sehpa vb.) tasarlıyor, daha sonra objenin çağrıştırdığı parfümü üretiyordu. Parfümü satın alırken de objesi ile birlikte satın alıyordunuz. Henüz satışa geçmemişlerdi. Web sayfasını hazırlıyorlar ve onun için de fotoğraf çekiyorlardı. Pelin’in Fransızcası sayesinde, hayranlıkla adamın hikayesini dinleyerek, parfümlerinden tattık. Parfümler gerçekten büyüleyiciydi. Ben de izin isteyip bu ilginç atölyeden fotoğraflar aldım. Yutmoğrafım parfüm kokularından mest olmuş, renklerin arasında kendini kaybetmişti. Kokunun bir sanat olduğunu belki ilk kez burada düşündüm.

Ama bir eşeklik ettim. Orada ne varsa fotoğrafladım fakat bunların yaratıcısı olan Fransız’ın resmini çekmek aklıma gelmedi. Bazen kendimi çok tuhaf bir noktada buluyorum. Özellikle fotoğraf çekerken oluyor bu. İçinde bulunduğum ortamın öznesi insan olmaktan çıkıveriyor ve ben bunu sonradan fark ettiğimde çok üzülüyorum. Sanki başka bir boyutta yalnız başıma geziniyorum. Diğer insanların sesleri ve görüntüleri yok oluveriyor. Parfüm atölyesinden ayrılmamız biraz zor oldu. Sevgili Pelin’i, Fransız’la facebook’da yazışarak diğer sorularını sormasını, vaktimizin kısıtlı olduğunu söyleyerek ikna edebildim ve bu güzel mekandan ayrılarak tekrar caddeye çıktık. Yves Andre parfümlerinin yaratıcısı ile ilgili bu moda sitesinden isterseniz bilgi edinebilirsiniz http://www.fashionz.co.nz/fashionz-tv/perfumer-yves-dombrowsky.html

Birkaç resim galerisi daha gezdikten sonra, tapınağın yürüme mesafesinde olmadığına karar verdim. Tam Gudi’yi aramak üzereydik ki merdivenlerle çıkılan ilginç ve davetkar bir kapı dikkatimizi çekti. Hadi buraya da bakalım sonra ararız Gudi’yi dedim. Girişteki heykel ve resimler, buranında bir sanat galerisi olduğunu düşündürürken birden karşımıza çıkan manzara buranın galeri değil, bir restoran olduğunu söyledi bize. Restoran şık görünüyordu. Şıklığının ötesinde inanılmaz bir manzarası vardı. Yemyeşil bir vadiye bakıyordu, aşağıda bir dere akıyordu. Görüntü muhteşemdi.

Fahrettin restoranda bir şeyler yemeyi önerdi. Görüntüsüne bakıp biraz pahalı olmasından endişe etsem de, böyle bir manzara karşısında suya bile dünyanın parasını ödemeyi göze alabileceğimi düşünerek kabul ettim. Pelin’le Kerim de çok mutlu oldular bu işe. Ve biz gerçekten çok keyifli bir öğle yemeği yedik.

Hepimiz Bali’nin gerçekten rüya gibi bir yer olduğunu düşünürken, yemekten sonra gittiğimiz “Blanco Muzesi” bunu düşünce olmaktan çıkartıp gerçek olduğunu kanıtladı. Bu müze, cennet gibi bir bahçenin içinde, Atonio Blanco’nun resimlerinin sergilendiği bir çeşit sanat galerisi idi. Burayı size nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Egzotik bitkilerin yer aldığı bahçede, tavus kuşları, renk renk papağanlar dolaşıyordu. Kapıdan girişte Balili kadınlar sizi soğuk meyve kokteylleri ile karşılıyorlardı. Muhteşem bir yapının içinde, muhteşem sanat eserlerini klasik müzik eşliğinde geziyorsunuz. Bu müzik aynı zamanda bahçeyi de sarıp sarmalıyor. Galeriyi gezdikten sonra, bahçeye çıkıp çimelere oturuyor ve müzik eşliğinde bu güzellikleri sindirmeye çalışıyorum. Bazı anlar vardı, gözyaşlarımı tutamadığım sihirli anlar… İşte böyle anlardan birini yaşıyorum. Bu müze hakkında daha detaylı bilgi almak isteyenler için; http://www.blancomuseum.com/index.html

Müze’den çıktıktan sonra Campuhan Tapınağının yolunu tuttuk.  Artık yol üzerinde başka bir yere takılmamaya karar vermiştik. Zira takılacak çok yer, ancak bizim sınırlı zamanımız vardı. Programa aldığımız her yer çok güzeldi. Şimdi sırada “Campuhan Tapınağı” ve “Ubud Market” vardı.

Campuhan Tapınağı da konumu ve çevresi itibariyle güzel bir tapınaktı. Ancak Beshakih Tapınağı’ndan sonra, tüm tapınaklar bize onun küçük bir bölümüymüş izlenimini veriyordu. Yine de ben bu tapınağı da çok beğendim. Özellikle Kerim ve Pelin’in mutlulukları gördükçe keyfim daha da çok artıyordu.

Artık Ubud Pazarına gitme vakti gelmişti. Raya Ubud üzerinde olan bu Pazar daha çok bizim mahalle arası pazarlarını andırıyordu. Tek fark burada meyve sebze yerine hediyelik eşya satılıyor olmasıydı. O kadar çok hediyelik vardı ki insan hangi birine bakacağının şaşırıyordu. Yalnız bir şeyi söylemeden edemeyeceğim. Bu objelerin bir çoğu artık Türkiye’de var. Tabii burada daha ucuzdur mutlaka ama sıkı pazarlık edebilene… Ben daha çok yutmoğrafıma çalışıyorum. Pazarda her gördüğüne saldırıyor. Onun yüzünden doğru düzgün alışveriş yapamıyorum. Elimde torba taşımama hiç tahammülü yok zira 🙂 Benim de pazarlık yapmaya …

Bali’de alışverişte en önemli şey pazarlık. Pelin pazarlıkla 30 dolara satılan bir şeyi 2 dolara kadar indiklerini söyledi. Ne sinir bozucu… Ben ki yıllarca satınalmacılık yapmış biriyim, oldum olası pazarlıktan nefret ederim. Hele ki kendime bir şey alacaksam… Pazarın kalabalığı, günün yorgunluğu derken, biryerlere oturup dinlenmek ve bir şeyler içmek istediğimizi fark ettik. Yine haritadan bulduğum Lotus Cafe’ye gittik. Gudi’yi de bizimle oturması için davet ettik ama bu sefer gelmedi. Ben bir ara gidip baktığımda arabada baygın bir şekilde uyuyordu 🙂 Lotus Cafe de Bali’de gidilebilecek yerlerden biri. Nilüferlere kaplı kocaman bir havuzun yanında ahşap oturma yerleri var. Havusun tam karşısında da bir tapınak. Ya da tapınak görüntüsünde bir dekor 🙂 Tapınağın önünde küçük kız çocukları Keçak dansı yapıyorlar.  Yaklaşık 1-1,5 saat burada oturduktan sonra istemesek de dönme zamanı gelmişti. Maymunlar ormanına gitmeyi ertesi güne bırakarak Sanur’a doğru yola çıktık. Otele vardığımızda bugün yaptıklarımı yazmak için kaleme sarıldım. Bugün Bali’de 4.günümdü ve her anım -buna yollar da dahil- rüya gibi geçiyordu. Boğaç bana kızmasın ama dalmamakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi ve yarın gideceğimiz, benim de heyecanla beklediğim Maymunlar Ormanı’nı düşünürken uyuyakalmışım…

“BALİ .IV.BÖLÜM ( Ubud )” için 3 Yorum

  1. ibrahim şepitci Diyor ki:

    her sabah maillerime bakıyorum ve gözlerim senin gezi notlarını arıyor, yazı dizisi bitince sanırım hayli boşluk olucak sabah keyfimde 🙂

  2. Peacekopatic Diyor ki:

    Boğaç sana kızmaz dalmadığın için, güzel bişiy yapmışsın.. Ben de hem dalıp (%30) hem de senin yaptığını (%70) yapmayı tercih ederim oralara kadar gitmişken 🙂

    Ben de her gittigimde tonlarca fotograf çeker, günlüklere birşeyler karalar, sonra da o yazıların günlükelrde, fotografların da birkaçı dışında çoğunun bilgisayarımda yıllanmaya bırakrıım. Senin gezilerin hemen ardından sıcağıyla yazma azmine hayranım. Bu arada fotoğraflar da her geçen gün daha bi güzelleşiyor.

  3. basak Diyor ki:

    Beğendiğinize sevindim efenim. İlginize de ayrıca teşekkür ederim. Her zaman bekleriz 🙂

Yorum Yazın