Yutmi

MANA MANA !!!

Aralık 31 2012

2012 için tek bir sözüm var;

MANA MANA !!!

Dünle beraber gitti cancağızım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…

Yutmi bu yıl bir yılbaşı partisi yapalım diye tutturdu. Kıyamet kopmadı ya bizimkinin keyfi yerine geldi 🙂 Hepiniz davetlisiniz, her şey serbest! Bize katılmak isteyenleri buradan alalım lütfen;

Bu erken yılbaşı partisini kendi kendimize başlattık. Esas daveti 31 Aralıkta yapacağız ama sürpriz konuklara da kapımız her zaman açık 🙂 Bu sayfada Yutmi ile bilikte bir yeni yıl sofrası kurduk . 2012’de hoşumuza giden film, müzik, şiir, yazı ne varsa küçük küçük meze tabaklarına doldurup masamızı donattık. Şarabımızı da açtık, kurulduk  sofranın başına… Afiyet mi olsun? Buyurun, hep beraber olsun…

 

2012 yılını sinema yılı ilan ediyorum. Gerek salı sinema günlerimizde, gerek festivallerde izlediğim filmlerin her biri birbirinden güzeldi.  “Nana”, “Korkuyorum Anne”, “Lal Gece”, “Bob Marley”, Kim Ki-Duk’un “Acı” filmi, “Peki Şimdi Nereye”, “Yeraltı”, “Ceci”… Ama düşler diyarının benim için önemi ve anlamı çok başka…“BAZEN BİRŞEYLER ÖYLE KÖTÜ KIRILIR Kİ TEKRAR BİRARAYA GETİREMEZSİN !”

Ve “Liberte” ! O muhteşem müziği ve konusu ile beni büyüleyen film !

Yutmi ile oturduk,  bir albüme bakar gibi yutmoğrafın 2012’i sayfalarında dolanmaya başladık. 2012 en dolu dolu geçirdiğimiz yıllardan biri olmuş. Amasra gezisinde yaşadığımız o dört mevsim, Hindistan, Tuz gölü, Karadeniz, Gökhan Koçak’la keyifli hafta sonu yürüyüşleri, Nepal-Tibet, film festivalleri… Hepsini bir yıla nasıl da sığdırmışız ben bile inanamadım.

2012 hep de böyle toz pembe geçmedi… Benim hayatımda da, tüm dünyada da üzücü olaylar oldu. Bunlara duyarsız değiliz tabii ki… Siz bizim keyifli yazılarımızı okurken bizim bilgisayarın arkasında gözyaşı döktüğümüz zamanlar da oldu… Bununla birlikte Yutmi ile anlaşmamız, yutmoğrafda güzellikleri paylaşmak ve çoğaltmak yönünde. Zaten tüm yazılı ve sözlü basın, sanal medya dünyadaki felaketlere, toplumsal sorunlara yeterince yer veriyor. Biz de güzelliklerden bahsederek temiz hava solumak ve solutmak istiyoruz hepsi bu. Zaman zaman kaşınıtımız da tutmuyor değil tabi… O zaman da kaşınırken biraz da kaşıyoruz 🙂

Hadi biz tekrar soframıza dönelim… Murat Abi’cim seneye yılbaşında beraberiz ama bu sene siz oralarda tek başınıza olmayın istedik. Size Thelemetekkesi olarak sevgilerimizi, beraberinde de sizin istediğiniz o güzel müzikal parçasını gönderiyor ve hep birlikte mana mana diyoruz 🙂

Bu arada bu “mana mana” da nereden çıktı diyenleriniz var mı bilmiyorum ama olabilir 🙂 Onu da açıklayayım; geçenlerde yılbaşı için keyifli bir şarkı bulsam ama nasıl bulsam derken aklıma bir grup arkadaşıma şarkı bulma yarışması açma fikri geldi. “Mana Mana” da bu yarışmanın birincisi oldu. Şarkıyı bulan Küçük Kara Keçi’min yarışmayı kazandığı zamanki duyguları ise şöyle; Küçük kara keçi ifadesini görünce , en sevdiğim çınar ağacına başımı yaslayıp düşüncelere dalmışken, bir an irkilip ‘ biri bana mı seslendi ?‘ demeyi istiyorum şu ofistik ortamda. Dünden bugüne mana mana iç sesim olmuş durumda, içimi bir neşe kapladı, her izleyişimde çok gülüyorum. Bir de üzerine yazdıklarınız, Onur’un hikayesi, devamında yazılacakları bekliyor olmak..Hepsi çok keyifli gerçekten. Dün akşam eşime (Ünal’a) kapıyı açtığımda, ellerimi birleştirip söylediğim ilk şey , ‘biliyor musun benim şarkım birinci oldu bugün Başak’ın mail grubunda ‘ oldu. İlkokulda kürsüye çıkıp şiir okuyan kız çocuğu gibi durdum karşısında.. İçimden geçen tam da böyle bir şeydi…” O akşam bu şarkı ortalığı öyle şenlendirdi ki bu sefer de Berna’nın önerisi üzerine bir “mana mana öyküleri” serisi başlatmaya karar verdik. İlk öykü Onur’dan geldi. Yorumlar kısmında tüm “mana mana “ öykülerini bulabilirsiniz.

Tüm bu cümbüşün ortasında Senem’de pasta niyetine mupett show’dan bir video patlattı  🙂 Aslında bunu 2013 yılında anneler gününde çalacaktık ama malum ben faktörü var ve ben yine dayanamadım 🙂 Afiyet olsun…

Biz geceye devam edeceğiz, bize katılırsanız seviniriz. Geldiğiniz için teşekkür ederiz 🙂 Ve;

 


 

“MANA MANA !!!” için 32 Yorum

  1. ner ŞenerC Diyor ki:

    Uy uy, her günümüz çocuksu heyecanıyla geçsin şu 2013 ve ötesinde… 🙂

  2. basak Diyor ki:

    Bence de öyle geçsin Caner’cim 🙂

    Zaten çocuktan daha temiz ne kaldı ki şu kokuşmuş dünyada 🙂

  3. Oguzhan Diyor ki:

    Sana ve yutmi’ ye dolu dolu gececek nice yillar dilerim. Sizin dolu dolu gecen her aniniz, bizimde oluyor. Ne guzel, mutlu yillar.

  4. basak Diyor ki:

    Teşekkürler Oğuz’cum,

    Yaşadığımız güzellikleri size de aktarabiliyorsak ne mutlu bize.

  5. Canay Diyor ki:

    Amanın ne güzel parti. Oguzu ekip koşa koşa geldim..Ellerine sağlık..Umarım 2013 bir öncesinden daha dolu(nasıl yapacaksan bakalım göreceğiz 🙂 ) tam da istediğin gibi geçer..

  6. basak Diyor ki:

    Hoşgeldin Canay’cım 🙂

    Yalnız daha dolusu beni patlatmasın sakın :)))

  7. aynur Diyor ki:

    Başak’cım sanırım partiye ilk gelenlerdenim. 🙂 İş yerinden okuyunca youtube bağlantılarını göremiyorum. İnşallah onlara da evden bağlanırım.
    Yaşamak bu olsa gerek hem acısıyla hem tatlısıyla koca bir yılı daha geride bırakıyoruz. Ama tabii hep istenir ki hiç acı ve kötü günler yaşanmasın hep mutlu sağlıklı ve güzel günler olsun. Hayat hep zıtlıklarıyla anılır. İyi kötü, güzel çirkin, siyah beyaz … Belki böyle güzelliklerin kıymeti biliniyor.
    Anladığım kadarıyla sende yaşadığın zor ve acı anların yanında, bize çok güzel güzellikler yaşattın. İyiki varsın ve arkadaşımsın. 2013 yılında mutlu ve güzel anların daha çok olsun. Üzüntü seni bulmasın. Tüm sevdiklerinle sana sağlıklı, bol paralı, bol gezmeli sevgi dolu nice mutlu yıllar diliyorum.

  8. nesrin Diyor ki:

    başakcım ne güzel de özetlemişsin koskoca bir yılı… acısıyla tatlısıyla bir yılı geride bırakıyoruz şu günlerde ve bir göz açıp kapama zamanında oluyeriyor bunlar. 2013 hepimize sağlık, neşe, sevgi ve dünyada şu günlerde bolca ihtiyaç duyduğumuz sıcacık barış esintileri getirsin…

  9. ibrahim şepitci Diyor ki:

    Başakcım çok güzel bir sofra hazırlamışsın, hepsini hemen yemedim akşama kadar azar azar yiyeceğim, girişi mana mana ile yaptım, harikaydı :))

  10. servet Diyor ki:

    Sevgili Başak, bu yıl bize dünyayı gezdirdin, gönlümüzü şenlendirdin. Sağol, varol!
    Kutlama sofrana bir küçük meze de benden…
    İkinizi de sevgiyle kucaklıyorum.
    Servet

    DİZİ
    Şu bizim Yutmi yüzünden, seyrettiğim tek dizi Behzat Ç.’ nin de tadı kaçtı birader. İki haftadır dizinin sonunu görmek kısmet olmadı. Gerçi bunda içtiğim biraların da etkisi olabilir ama o resimler diziye nasıl giriyor anlayamıyorum.
    Her bölümde bir 70 lik votkayı Sünger Selim gibi götüren Behzat, bu hafta da ayaktaydı. (Ben iki bira içince lâf oluyor.) Emrah, yine çok karmaşık bir cinayet senaryosu yakalamıştı. Bu hafta kararlıydım. Kendimle inatlaşıp sonuna kadar izleyecektim.
    Yarıyı geçtim başarıyla ama gözlerime söz geçirmekte zorlanıyordum. Kibrit çöpü mü taksam göz kapaklarıma Tom‘la Jerry gibi. İkinci reklamı da geçtim. Uyumayacağım, uyumayacağım.
    Telsizden gelen cinayet ihbarı üzerine Hüseyin’in meyhanesinde demlenen ekip, biraları su gibi içip olay mahalline giderlerken Harun’un deli gibi kullandığı araba sisler içinde kaybolmaya başladı. Ne oluyor, araba mı eridi, sis mi bastı diye anlamaya çalışırken ekranın sağ üst köşesinde bir resmim belirmeye başlamasın mı? Yahu ben bunu bir yerlerden tanıyorum demeye kalmadan FLAŞ! FLAŞ! İşaretleriyle birlikte alttan- üstten yazılar geçmeye başladı. Hadi bakalım, kolay gelsin… Şak, yayın kesildi. Yuh olsun! Ekran tekrar aydınlandı. Spiker, “Sayın izleyiciler şimdi aldığımız bir haberi veriyoruz. Manilere ve kameralara musallat olan bir bakteri hızla yayılmaktadır… İş bu nedenle cüzdanınızdaki manilere lütfen mukayyet olunuz, aksi halde kanalımız ve hükümetimiz bundan sorumlu tutulamaz. Herkes bunu böyle bilsin. Bana ne kardeşim, ben cüzdanıma bakarım, abidik, gubidik, ve hatta mana mana…” Spiker kızın gözü ekranın üst köşesindeki resme kayıyor, dili dolaşıyor, hatta delleniyordu. Böcük de nasıl sevimli, nassıl güzel… Aaa, bu bizim Böcük yahu! (Bknz res no: 2 )
    Peki, nasıl anlayacağız bu lanet bakteriyi kardeşim, dediğimi duymuş gibi spiker bana bakarak ”Efendim, şöyle anlıyoruz. VTR mizde görüleceği gibi ( yakın çekimde üstünde bizim böcükün resmi nakşedilmiş mana, bakterisiz manaya hafifçe sürtülüyor. Kameraman saymaya başlıyor: Bir, iki, üç der demez temiz mana kızamık çıkarır gibi kızarmaya başlarken bizim böcük aynen bu manaya akıyor. ) İşte sayın seyirciler, böyleyken, böyle. Annadınızmı, ha, annadınızmı? Cüzdanınızı öyle ulu orta yerlerde bırakmayınız. Bakteri bulaşmış manileri en yakın Ziraat Bankası şubelerine teslim ediniz.”
    Niye teslim edecekmişim, böcük böcük daha güzel oluyor mana mana… Telsiz anonslarıyla spikerin görüntüsü silinirken Cinayet Büro sekreteri Eda, diziyi getirdi ekrana:
    – Amirim, böcükün ve bakterinin adresini tespit ettik!
    – Neredeymiş?
    – Amirim, Ankara’ da gözüküyor yeminle… Cilvegözü’nden giriş yapmış. Nepal Yeni Bosna nüfusuna kayıtlı bir böcükmüş. Muhtemelen bir Yutmi’nin karnında girmiş olabilir amirim.
    – Hayaleti gönder bi baksın… Bir de son altı ayda Nepal’e, giden-gelen kim varsa toplayın… Ha bir de bu 6. Dalaylama’nın GBT sine bi bakın bakayım…
    – Tamam amirim!
    Aman tanrım. Hemen Başak’ı ve Yutmi’yi uyarayım. Telefonu kaptığım gibi numarayı çevirirken telefon sabun gibi kaydı elimden. Tangır-tungur bir gürültüyle koltuktan fırladım ki kumanda yerde iki parça, pilin biri yok. Kesin divanın altına kaçtı yine. Hay lanet. Karım içme şu mereti dediydi bu kadar, içme. E, haklıymış valla! Televizyonun fişini çekip yattım.

  11. basak Diyor ki:

    Servet Abi

    Esas bu yıl paylaşımlarınızla siz bize çok iyi bir yol arkadaşı oldunuz.
    Biz de bunun için size teşekkür ederiz 🙂 Hoşgeldiniz soframıza 🙂

  12. BERNA ÖZPINAR Diyor ki:

    Okul büfesinin iki dilim bayat ekmek arası tostunun kaşarı gibi metrodan incelerek indim. Daha ben yakamı paçamı toplayamadan herkes arı kovanın ağzı açılmış gibi vızıl vızıl dağılmıştı. Tabi Ankara’nın ayazı hemen yakamı paçamı toparlattı. Eksik heves yolumu tuttum.

    Ofisin kapısında sallanan kağıt parçasını görünce yine bizim kasap muhtar çağırıyor sandım. Zira postacım pek çalışkan, tebliğatları yapıştırıp gider. Bende, midemin mümkün olduğunca hoş vaktinde, bunları almaya muhtarıma giderim. Dediğim gibi mahalle muhtarım, kasap. Her gittiğimde elinde satır. Pek de bilmez hatır, memleketin ağır ve yüksek mahkemelerinin imzalı evrakları beni kuyruk yağlarının dibinde bekler.

    Fakat kapıda sallanan bu kağıt renkli… Öyle kapıya yapışık değil, kenardan özenle sıkıştırılmış. Hemen merakla, biraz da ürpererek uzandım. Renkler, şekiller gözümü aldı. Üstelik, üzerinde de sadece “Portakalı soydum, başucuna koydum” yazıyordu. Bu postacının işi değil.

    Bu şık, sıcak, gizemli kağıda kadar, müvekkillerimin hayatta hiç görmediğim, tanımadığım muhterem hasımlarından, buna benzemez kağıtlar almıştım. Hatta araba lastiğimin indirildiği, içine taş doldurulduğu, boyasının çizildiği, benim için muskalar yaptırıldığı, talipler gönderildiği de olmuştu.

    Tabi, bunlar akla gelmiyor! Bu zarif hayranım kim diye düşünmeye başladım. Bu kez kapıdan amerikan sandviçleri gibi genişleyerek girdim. Suratım zevklenmiş, yayılmış, bir yanda merak… Bu sırada telefon başladı ötmeye.

    Telefonda yazan “Şeker Başak”…
    İşte, MANA MANA.

  13. basak Diyor ki:

    Berna’cım bu hikaye pek lezzetli olmuş :))
    Ellerine sağlık 🙂 Nedense! pek güldüm 🙂

  14. selçuk ilbaş Diyor ki:

    Sen ve Yutmi hiç ayrılmayın…Nice yıllara

  15. Necla Diyor ki:

    Otobüsteyim, izlemek istediğim film Kızılırmak’ ta oynuyor. Kızılay’ a gidiyorum. Pencereden bakıyorum, ne kadar kirli, ne kadar tozlu görünüyor şehir bugün bana. İnenleri, binenleri izliyorum. Gençler, kadınlar, çantalılar, hepsinin suratı asık. Yüksek sesle “mahna mahna” diyorum, bazıları gülümsüyor.
    İndim otobüsten; birbirinin aynı görünen gençlerin arasından yürümeye çalışıyorum. Bir elleri kulaklarında konuşuyorlar, yalnız görünüyorlar ama konuşuyorlar… Şaşkınlıkla bakarken biriyle nerdeyse çarpışacaktım. İstifini bozmadan devam ediyor. Sürekli dilimde olanı söylüyorum “mahna mahna”; dönüyor “özür dilerim” diyor.
    Elindeki çöpü sokağa atana “mahna mahna” deyip geçiyorum. Dönüp baktığımda yere eğilip aldığını görüyorum.
    Bu yeni dille gelen Yeni Yıl, yeni öykülerle gelecek, diye seviniyorum.

  16. basak Diyor ki:

    Necla Hanım harika olmuş bu bayıldım 🙂
    2013’de de mana mana demeye devam o zaman 🙂

  17. Edibe Diyor ki:

    Eve dönüş yolunda parti bitmeden yetiştim:)… Öncelikle sana ve Yutmi’ye bir de severlerinize MANHA MANHA! Renkli akide şekerleri gibi hayatın sundukları. Bazıları naneli, bazıları damla sakizli… Ben en cok tarcinli olanları seviyorum. Bu yıl bol bol tarcinli sekerim oldu, tadını bile hatırlamadigim naneliler de. 2013ten de hepimiz icin bol bol tarcinli, cilekli, damla sakizli, biraz limonlu, cok az da naneli seker diliyorum. (Not: Naneliler digerlerinin kıymetini bilmemiz içindir.) öptüm cok

  18. Necla Diyor ki:

    Benden masaya bir tabak daha, bunu çok sevdim, paylaşmadan duramayacağım…
    Yeni yılda barışa 1000 origami turna:-)
    http://www.sanatblog.com/cesitliligin-ahengine-renkli-iyimser/

  19. Yellowrose Diyor ki:

    Mesajı alır almaz belirttiğim gibi Nijerya’dayım ancak fırsat bulup yazabiliyorum, malum buradan net’e erişim biraz sıkıntılı 🙂 Tabii birde günü birlik Nijerya’ya gelince herşeyi yetiştirme telaşı içinde oluyor insan 🙂
    Umarım 2013’te 2012 gibi keyifli ve sıcak ve ancak daha bol dalışlı geçer 🙂 malum bu sene pek göremedik sizi dalışlarda…

  20. Güliz Diyor ki:

    Başak’ım sana da, Yutmi’ciğime de harika bir 2013 diliyorum…2013, 2012’den de daha bol gezmeli ve eğlenceli olsun (ki bizimle paylaş buradan hepsini:-)
    İkinizi de kocaman öpüyorum…

  21. onur Diyor ki:

    Parşömania

    “Mana, mana!” Masadaki parşömenleri eliyle itip pencereden dışarı, uzağa baktı. Sanki paragöz bir doktor biraz önce ölümcül bir hastalığa yakalanmış olduğunu haber vermiş gibi davranıyordu. “Mana yok evladım bu kağıtlarda.”

    “Parşömen efendim onlar.”

    “Her ne haltsa işte. Kağıda yazsaydın, pahalıdır bunlar. Neyse, ne diyordum. Mana yok evladım yazdıklarında. Kelime oyunları, sözcüklerle resim çizmeler, bir yerde ‘düş’ bir yerde ‘hayal’ sözcüğünü kullanmalar, alıntılar, metinlerarası göndermeler, dipnotlar bilmem ne. Postmodern çöplük mü yazıyor bizim yayınevinin girişinde?!”

    “Estağfurullah. Ama düşle hayal aynı şey değil ki..”

    “Bu kadar kopuk olmayın evladım hayattan. Biraz hayata karışın. İnternet dışında da bir yaşam var. Mana var mana. En olmadık yerlerde çıkar karşına, arayın biraz, kolaycılığa kaçmayın.”

    ***

    Ozan yayıncı denen tüccardan çıkıp eve gidene kadar küfür çeşitlemeleri yaptı. Bir yerden sonra melodili söylemeye başladı. En son tavşan, taş ve dağ arasındaki ilişkiye geldiğinde indi dolmuştan. Eve geldi, laptop’ı açtı ve başladı yazmaya. Mana istiyorsun demek pezevenk, diye söylendi yayıncıya, al sana mana:

    Prens, Prenses ve At Hırsızı At

    Kişiler
    At Hırsızı At: Bazı atlar güzeldir. Genel olarak atlar güzeldir aslında. Ama bu at, at hırsızı gibi bir at.
    Prens: Prens. Düz prens değil. Çokoprens değil. Prens olmayı çok da istemeyen bir prens.
    Prenses: Düz prenses. Prenses olmayı seven. Öpülmek isteyen.
    ***
    Prens, prens olmazdan önce. Yani insanlığın altın çağında bir zamanlarda, prens olduğunu bilmeyen bir prens prensese aşık olur. Oturup ona mektup yazar (ayakta mektup yazılmaz). Bir güvercine ulaklık öğretir aylarca. Sonunda kuş beyinli güvercin öğrenir (güvercin değil de kumru olduğunu rivayet eder bazı tarihçiler). Mektubu prensese ulaştırır. Ancak o sırada orada olan at hırsızı at, mektubu kocaman dişleri arasında geveleyerek yer. Bir süre sonra geviş getirir ve tükürür. Prenses mektubu, yere tükürülmüş olan mektubu, arpa buğday, McDonald’s kızarmış patatesleri, kımız gibi pislikler arasından ayrıştırır ve prensin adresini öğrenir.

    Atlar bir ata prensin evine gelir. Ancak at hırsızı olan at da takip etmiştir onu ve tam prensle prenses öpüşecekken –yani dünya biraz olsun sarsılmak üzereyken- at hırsızı at prensi tekmeledi. Sendeleyen prens yerinden kalkmadan ve fakat prensesin tüm iç organlarına işleyecek bir bakışla baktı ve seslendi evinden içeri: Hey, the question is: what the fucking mana mana is?

    İşte o anda bir mucize oldu. Musa’nın denizi ayırması, İsa’nın su üstünde yürümesi ve Muhammed’in (hımm, su kıtlığından mı yoktur onun su mucizesi?) neyse işte çok kadınla evlenmesi gibi bir mucize gerçekleşti. Evin içinden hücum eden onlarca kukla, dans edip şarkılar söyleyerek at hırsızı atın dişlerini ve nallarını söktüler ve ona Mamak Çöplüğüne kadar eşlik ettiler.

    Mutluluk içinde salakça sırıtan prens ve prenses öylece durdular. Öpüştüler. Gökten üç elma düştü, ikisini yediler.

    İçerden bir ses geldi: Hey, the question is: who cares?

    Ozan birasından büyük bir yudum aldı, üstüne sıcak su ekledi ve bardağa baktı.

    Mana mana!

    Onur Ç.

  22. senem Diyor ki:

    Bu yeni yıl partisine bayıldım. Öyküleriniz hiç bitmesin…
    Ben bir öykü yazamadım ama hep aklımda duran Calvino’nun bir cümlesini paylaşmak istiyorum:
    “Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”

    Ben de cehennemin ortasında, cehennem olmayan sizlerle iyi ki karşılaşmışım, en büyük sevincim budur…
    Yıllar dostluğu, sevgiyi ve barışı büyütsün.

  23. onur Diyor ki:

    🙂 Senem’e katılıyorum. Hiçbirşeyin olmadığı gibi, bu yılbaşı teranesinin de yok ama işte böylelikle oluyor. Güzelliğe bahane oluyor. Sağ ol Başak abla 🙂

    Yalnız benim şarkımı koymamışsın. Yeni bir şarkı gönderiyorum o yüzden.

    2012 benim için gayet boktan bir yıl oldu, 2011’le birlikte. 27 yaşıma kadar hiç yapmamış olduğum ve insanların genellikle ergenlikte yaptıkları şeyleri yapmaya başladım. Metal dinlemek de bunlardan biri. Ve fakat nasıl hayıflanıyorum şimdi dinlememiş olmama.

    Adamların hepsinin ama özellikle baterist Lars’ın kendinen geçercesine çalmasına bayılıyorum. Bu kendinden çıkma hali çok güzel. Artık bu müzikle olur, yazmayla olur, badeyle olur, bilemem 🙂

    2013 daha iyi olacak diye bi his var içimde.

    http://www.youtube.com/watch?v=Wi047wK5Ndg

  24. elif Diyor ki:

    2012 yılında hayatıma dokunan gümüş bir tüy gibiydin sen, Başak hatunum..Kapadokya gezisinden sonra kalp kalbe karşıymış hallerini en çok seninle yaşadım. Dilerim ki bundan sonrası da böyle sevgiyle, şefkatle,heyecanıyla bitimsiz olur..İyi ki tanımışım seni güzel kadın.

    Mana mana ‘nın fitiliyle şenlenen, çoğalan bir köşe olmuş burası. Okudukça pek çok şey geldi aklıma. Ben de Onur ‘a atıfta bulunmak istedim bu ‘kendinden geçme haliyle’ ilgili olarak , Baudelaire’ın Paris Sıkıntısı kitabından bir alıntıyla..Şarapla , şiirle ya da erdemle..Hangisiyle dersiniz ?

    ” Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız.

    Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.

    Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun yele, dalgaya, yıldıza, kışa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, “saat kaç” deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: “Sarhoş olma saatidir… Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

    2013 dünyayı ve ilişkilerini sadece sevgiyle değiştireceklerine inanan insanların yılı olsun.. Benim de manam budur :))

  25. basak Diyor ki:

    Amanııın ben ne salakmışım !

    Bir de üşenmedim üstümü başımı giyinip aşağıya indim ki posta kutusuna bakayım diye :)))
    MANA MANA :)))
    Meğer ki benim küçük kara keçim postayı taaa benim ayağıma kadar getirmiş…
    Hem de nasıl bir posta… bu postaya da bu şarkı yaraşır ama;
    http://www.youtube.com/watch?v=bQZD4ByVW0k

  26. murat Diyor ki:

    Başakçım, sene sonu müziği yarışmanda birinci seçilen parçada, en çok “mahna mahna” diye araya giren o inatçı uyumsuz karakteri sevmiştim. Zaten o gösterinin o kadar sevilmesi belki de, o uyumsuzu da içine katan çok hoş bir uyumun ortaya çıkmasından. Sen galiba yutmografta ona benzer bir cümbüş kuruyorsun. Ben uyumsuzu oynamak istiyorum ve sipariş öykümü sunuyorum:

    NE FARK EDER Kİ…

    Adam kan ter içindeydi. Dikenli tellerle çevrili alanda ürkmüş sığır sürüsü gibi oradan oraya savrulan insanları itip kaktırıyor, elindeki kalın sopayı acımadan sırtlarına indiriyordu. Bir kişiyi sürükleyip duvarın önüne getirirken ötekiler kaçmaya çalışıyordu.

    Böyle olmayacak beyler dedi. Bakın ne kadar zor şartlarda çalışıyorum, tek kişiyle yapılacak bir iş değil bu. Lütfen yardımcı olun. Öğlen oldu, daha işimin yarısını bitirmiş değilim.

    Duvarın yanında üç beş asker silahlarına dayanmış bekliyordu.

    Kalabalıktan biri seslendi: Beni alabilirsiniz.

    Adam alnındaki teri silerken sordu: Adın ne senin?

    Joseph K. dedi öteki.

    Adam cebinden çıkardığı defterin sayfalarını karıştırdı: Bakalım suçun neymiş?

    Defteri gözüne yaklaştırıp dikkatle baktı. Kafasını kaşıdı: Suçun neydi senin diye sordu.

    Bilmiyorum dedi Joseph K., bildiğim bir suçum yok.

    Adam deftere bir daha baktı: Burda mahna mahna diyor.

    Bu kez askerlerin başındaki çavuşa döndü: Ne demek bu?

    Askerler silahlarına mermi sürüyordu. Çavuş onları eliyle hizaya sokarken: Bunun önemi yok, kimin umurundaki ? dedi.

  27. Coşkun DERE Diyor ki:

    MAHNA ARAMAK (Mahna mahna’ya atfen)

    Tuncay Fakülteden mezun olalı nereseyse iki, üç renkli meslek esvabını giyeli ise 1 yıl olmuştu. O kasvetten dış rengi nerdeyse kararmış, labirentlerle dolu binaya hep tık nefes halde ve koşarak girdiğinden etrafındaki kişileri dahi farkedemiyordu.
    GSM şirketinin kampanyasında oldukça üst model bir telefon aldı. Telefon neredeyse yürüyen disko gibiydi. Henüz ayarlarını dahi yapmaya vakti olmadı. Hatta o sabah alarmın sesinden kalkması gerektiğini anlayamadığından yine geç kaldı.
    Gıcırtılarla dönen kapıdan geçti, koridorda mesleki esvabını üstüne geçirdi, adı okunduğunda telaşla salona girdi.
    Yüksekte oturan ve yakın gözlüğünü burnunun üzerine düşürmüş yaşlı adam, çakmak çakmak gözleri ile sordu:
    ” Bir talebin var mı???”,
    Tuncay mesleki refleksle “talebimiz gibi karar verilsin” dedi.
    – Yaz kızım “Gereği Düşünüldü”
    Bu sırada Tuncay’ın içerisinde bir şeyler titremeye başladı.
    -İncelenen dosya kapsamında bilirkişi raporu, tanık anlatımları…………………………
    Katibin klavyeden çıkardığı seri tıkırtılara yayılan titreşimler de katılınca Tuncay’ı alev bastı.Artık Tuncay titriyordu.
    – Sanığın beraatine,
    Akşam arkadaşlarına şaka olsun diye ayarladığı zil sesinin ilk nameleri salonda yankılandı.
    MAHMA MAHMA…..
    – Efendim….,
    -Mahma mahna…
    -Anlamadım.
    -Düp diiiii dü dibüüüp.
    – Ne
    – Mahma mahma.
    Artık konuşan sadece Tuncay’dı.
    Düp diiiii dü dibüüüp, dibüp dibi dübü bap bap babap bap.
    MAHMA MAHMA.

  28. Coşkun DERE Diyor ki:

    mahna = bahane

  29. Zehra Diyor ki:

    Hahahaha 😀 gerçekten çok eğlenceli bir parti…Ben de herkese bu parti kadar neşeli dolu dolu bir yıl dilerim…Başak ve Yutmoğraf; yeni yılda da maceralarınızı dört gözle bekliyoruz…sevgiler…. 🙂

  30. Yellowrose Diyor ki:

    Benim favorim, muppet show sonunda konuşan 2 moruk 🙂 -Soru şudur mana mana nedir? Cevap: -soru şudur, kimin umrunda? 🙂

  31. Güliz Diyor ki:

    Vallahi Başak’ım benim öyle yaratıcı yazma yeteneğim falan yoktur…Zorladım zorladım kendimi ama yok, yetenek yok ben n’apayım:-)

    Sonra şöyle bir düşündüm kendi kendime, MANA MANA deyince ne hissediyorum diye…Yani bunu bir duygu ifade etmek için kullanacak olsam, ne olurdu o duygu acaba?

    Baktım nasıl bir vurguyla söylersen ona göre mana değiştirebilen süper bir şey bu…Tuttum ben bu MANA MANA’yı senin anlayacağın:-)
    Yerine göre “hay ben sana ne diyeyim…” gibi bir mana yüklenebilir veya “amaan boş ver yaa” olabilir, bazen de “Mana manaaa” gibi “Vadaaa” tadında bir sevindirik olma durumunu ifade edebilir…

    Küçük bir deneme yapayım dedim ve bir gazete açıp, rastgele bir kaç habere göz attım…
    *************
    *“Dünya Çevre Oscarları” olarak bilinen ABD’deki Green Dot Awards yarışmasında dağıtılan 14 ödülden üçüne ODTÜ’lü tasarım ekibi Designnobis layık görüldü.

    -Mana mana, insan gurur duyuyor. (“Vay bee”, anlamında)
    *************
    *İzmir’in Konak İlçesi’nde 11 yaşındaki Y.A. ve 10 yaşındaki L.A.’ya cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla 59 yaşındaki esnaf A.H. polis tarafından gözaltına alındı.

    -Mana Mana, yakında elini kolunu sallayarak topluma karışık tekrar Mana Mana (birincisi “Fakat maalesef”, anlamında, ikincisi küfür, buraya yazamam)
    *************

    *2012 yılında internet sözlüğü Wikipedia’da en fazla aratılan sözcükler, farklı ülkelerdeki popüler akımları ortaya çıkardı. Buna göre, Wikipedia’nın Türkçe versiyonunda en çok Mustafa Kemal Atatürk arandı.

    -Mana mana, daha çook ararız biz onu.. ( “aaah ahh”, anlamında)
    *************

    Ama en doğrusunu locada oturan o iki aksi ihtiyar söylüyor…kimin umurunda:-) Ben bu şarkıyı defalarca dinleyebiliyorsam ve her dinlediğimde beni gülümsetiyorsa, gerçekten de KİMİN UMURUMDA:-)

    2013’de yüzünüzden gülümseme eksik olmasın:-)

  32. aysun Diyor ki:

    Başakcım yılbaşı partine bir öyküyle katılamadım ama senin ve yutminin yeni yılını kutluyor, dilediğinizce geçecek güzel bir yıl diliyorum. Yılbaşı sofrasına Melihat Gülses’ten çok sevdiğim bir parça ile katkıda bulunmak istiyorum.Sevgiler.

    http://www.youtube.com/watch?v=Snx2_1B32Ug

Yorum Yazın