Yutmi

Kime niyet, keçiye kısmet

Ekim 26 2015

Her zamanki gibi erkenciydim. Kelimelik oynayıp, tivitırdan haberleri ve köşe yazılarını okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamamış olmalıyım ki Çanakkale için son çağrı anonsunu duyunca hızla toparlandım.

Ayça’yı arayıp uçağa biniyorum dedim. Beni telefonda yolcu eden arkadaşım Aslı’ya hoşçakal mesajı gönderdim ve uçağa giden koridorda ilerlemeye başladım. Yerime oturup kendimi bağladıktan sonra Mehmet Zaman Saçlıoğlu ‘nun “iki ve keçi” adlı kitabını çıkarttım çantadan. Yazarın “beş ada” adlı öykü kitabını okuyup etkilenmiş ve diğer kitaplarını da almıştım. “iki ve keçi”, adından dolayı 🙂 okumayı tercih ettiğim ikinci kitap olmuştu.

Uçak henüz kalkışa geçmişti ki ben artık uçakta değil, seyahat etmek için plansızca yola çıkmış bir adamla, kasası keçi dolu bir kamyonun içindeydim. Sayfalar ilerledikçe kamyon, bir virajı alamayarak, bir tepeden aşağı yuvarlanmıştı. Bu arada bizim uçak da sallanmaya başlamıştı. Sallantıya takılmayıp, önümdeki kitaba odaklanmaya çalıştım. Kitabın kahramanı bu kazada ölmemiş (ölseydi kitabın kahramanı o olmazdı zaten 🙂 ) ormanın derinliklerine savrulmuştu. Karanlıkta yardım isterken karşısına bir keçi çıkmış ve keçi sandığının aslında yıllar önce kaybettiği babası olduğunu görmüş ve onunla sohbete dalmıştı. Kitabın birinci bölümü, adamla keçi (babası) arasındaki diyaloglardan oluşuyordu (*).

Birinci bölüm bittiğinde, pilot, Çanakkale için alçalmaya başladığımızı anons ediyordu. Bu anonstan sonra yere inmemiz en az 15-20dk. alacağından 2.bölüme başlamaya karar verdim. İkinci bölümde sayfalar ardı adına gidiyor ancak ne sallantı bitiyor ne de uçak iniyordu. Yanımdaki delikanlı, camdan bakıp bakıp oflayıp pufluyordu. Oldukça tedirgin görünüyor, arada bir; niye inmiyor, işte yine yükseliyoruz deyip duruyor, gözünü pencereden alamıyordu. Aşağısı görünüyor mu? Diye sordum. Hiçbir şey görünmüyor, her yer bulut dedi. 15-20 dk.’yı çoktan geçmiştik. Delikanlıyı sakinleştirmek için konuşsam mı biraz dedim ama ondaki tedirginlik bana da geçmişti. Elimdeki “acil durum kartı”nı yelpaze olarak kullanarak okumaya devam ettim.

Uçak sallandığı için ışıklar kapalıydı ama okuma ışığı, adına uygun olarak okumam için yeterli aydınlığı sağlıyordu. Arada bir gözüm pencereye gidiyor ama hiç bir şey göremiyordum. Bu arada pilot bir anons daha yaparak Bigalı üzerinde olduğumuzu, Çanakkale havalimanına iniş için uygun hava şartlarının bulunmadığını söylüyordu. Yanımdaki delikanlı bir of daha çekti. Ben de derin bir nefes aldım, okumaya devam ettim. İkinci bölümde bizim keçi, küçük bir adaya terk edilmişti. Adanın yakınlarında duran bir gezi teknesindeki adaşım olan bir kız çocuğu ve bir balıkçı teknesindeki iki adam keçiyi görmüşlerdi. Teknedekiler keçi için adaya yiyecek ve içecek bırakırken, balıkçı teknesindekiler de balık yakalayamamanın hırsında, keçiyi gözlerine kestirmiş, gece keçiyi yakalayıp kesme planları kurmaya başlamışlardı bile. Adaya da gece inmişti tıpkı bizim uçağa indiği gibi. Tam bu sırada pilotun sesi duyuldu; Çanakkale’deki kötü hava şartları nedeniyle uçak Bodrum havalimanına inecekti. Neden Bodrum demeyin; bunu çok kişi sordu, yanıtı yok. Bodrum’a indiğimizde ikinci bölüm de bitmiş, bizim keçi sırra kadem basmıştı.

Saat gece on biri bulmuştu. Normal şartlarda on buçukta Çanakkale’de olmamız beklenirken biz Bodrum’daydık. Uçak iner inmez önce Annemleri, sonra Ayça’yı aradım. Bu arada Çanakkale’deki fırtınayı Ankara’daki bilgisayarından takip eden arkadaşım Aslı, kaygılanmış, beni arıyordu. Saat bire doğru fırtınanın dineceğini söyledi.

Bodrum’dan yakıt aldıktan sonra, pilot da bir anons yaparak Çanakkale’deki havanın düzeldiğini, yakıt ikmalinden sonra Çanakkale için tekrar uçuşa geçeceğimizi söyledi. Fırtına Bodrum’a doğru geldiğinden bir an önce kalkmalıymışız yoksa Bodrum’da kalmamız da an meselesiymiş. Geceyi Bodrum’da geçirmeyeceğimiz artık kesindi.

Tekrar uçuşa geçtiğimizde, bu saatten sonra -merak ettiğim halde-, kitabın üçüncü bölümünün de beni sakinleştiremeyeceğini anladığımdan, kitaba devam etmemeye karar verdim. Zorlu akıntı dalışlarında yaptığım gibi nefes alışverişlerimi düzenleyip, gözlerimi kapalı tutmanın daha iyi olacağını düşündüm. Kötü bir toprak yolda kamyonla gidiyor gibiydik. İster istemez aklım keçi yüklü kamyona gidiyor, bu da beni daha da tedirgin ediyordu. Ama yanımdaki delikanlının öflemeleri kesilmişti. Ara ara bana baktığını hissettim. Sanırım tansiyonum düşmüştü. Kafamı, yaslandığım koltuğun sırtlığından ayırmadan delikanlıya dönerek, aşağısı görünüyor mu dedim. Görünüyor dedi. Ara ara bulut geliyor ama şehrin ışıkları görünüyor. Sanırım alçaktan uçuyoruz. Tansiyonum çok düşmüş olmalı ki sarhoş gibiydim ve hala sallanıyor olmamıza rağmen hiç bir heyecan kalmamıştı artık. Delikanlıyla sohbete daldık. Futbolcuymuş. Trabzon, Çanakkale, Ankara arasında sık uçarmış. Trabzon uçuşları bundan daha beter olurmuş. O zaman alışkın olmalısınız neden bu kadar tedirgin oldunuz dedim. Bu olaya alışamadığını, her seferinde aynı korkuyu duyduğunu ama adrenalin ihtiyacını giderdiğini söyledi.

Bir saat süren Bodrum Çanakkale uçuşunu da sayarsak üç saati havada olmak üzere dört saattir uçaktaydık. Delikanlı camdan bakarak Çanakkale üzerinde uçtuğumuzu söyledi. Ve en nihayet Çanakkale’deydik. Gecenin bir yarısı bilmediğim bir kentte tek başımaydım. Eskiden olsa bir tedirginlik duyardım ama inanın hiç bir şey umurumda değildi. Gideceğim yere yürüyerek bile gidebilirdim. Ne de olsa artık ayaklarım yere basıyordu 🙂

Bugün çok yoruldum. Yarın Çanakkale’yi bir de benimle gezmek isteyen olursa bekleriz, şimdilik hoşçakalın… 🙂

(*)

ÖYKÜCÜ : Baba ve oğul motifi de özellikle ilk bölümde karşımıza çıkıyor. Bu neden gerekliydi kitapta?

MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU: Erkek egemen toplumda baba ve oğul ilişkisi, aynı zamanda egemenliğin birinden ötekine geçtiği, babaya baş kaldıran oğlun, sonra babası gibi olduğu ve kendi oğluna babasının kendisine davrandığı gibi davrandığı bir ilişki. Birbirini tamamlayarak, özleyerek, birbirine kızarak, kimi zaman daha uç duygularla yaşanan bir hayat. Ayrı ama bir olma durumunu çok iyi betimliyor baba oğul ilişkisi. Bazen hiç ummadığımız bir zamanda yıllar önce yitirdiğimiz babamız akla geliverir. Yani her erkeğin bilinçaltında babası canlı bir biçimde durur sanıyorum. Ya mutluluk verir, ya acı çektirir ama hep bizimledir. İşte öyküde de oğlun gereksinim duyduğu bir zamanda baba çıkıp geliyor ve bıraktıkları yerden ilişkilerine devam ediyorlar. Baba-oğul aynı zamanda yaratan ve yaratılan ilişkisi. Tanrı ve çocuğu insan gibi. Yani kitabın “bütün” e ulaşma çabasının bir parçası baba-oğul motifi.

* * *

ÖYKÜCÜ: Baba neden bir keçi kılığında geliyor?

MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU: Öykünün sürprizlerini burada açık etmek pek doğru olmayacak ama bu sorunu yanıtlamak zorundayım. Keçi ya da herhangi bir varlıkla babamızın arasında ne fark var? Acaba benzerlikler mi çok bir keçiyle insan arasında yoksa farklılıklar mı? Bakış açısına göre değişir diyebilirsin. İşte ben de özellikle bunu vurgulamak istedim. Üçüncü bölümün sonunda da vurgulanan bu bütünlük ve aynılık. Çok çok uzaklardan bakınca dünya üzerindeki keçi ve insan görünmediğinde bir bütünlük vardır yalnızca. İçinde ne denli küçük ve farklı parçalar olsa da dünya uzaktan bir bütündür. Samanyolu Galaksisi uzaktan bir bütündür. Evren de bir bütündür böyle düşününce. Biz dürbünümüzü çevirdikçe ayrıntıları görürüz ve ayrıntıların birbiriyle ilişkisini unuturuz. Oysa nesneleri birbirine bağlayan bir ayrı bütünlük var, gözle görülmeyen, duyularla algılanmayan. Bunlar üzerinde düşünmeye değmez mi? Özellikle de deneme formunda değil de masalsılık olanağını sağlayabilen öykü formunda?

* * *

MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU: Algılarımız, değer yargılarımız, düşüncemiz, tüm yaşamımız bu tür tanımlamalara, sınıflandırmalara, giderek bizden olanlar ve olmayanlar, sen ve ben, ben ve öbürü gibi ayrıştırmalara sonra da düşmanlıklara gidiyor. Bilim açısından sınıflandırmalar bir zorunluluk olabilir, ama insanın doğayla, birbiriyle olan ilişkisi için bu sınıflandırmalar genellikle koşullayıcı oluyor. İnsan bu sınıflandırmaları olumlu değil, olumsuz bir biçimde kullanmaya eğilimli sanki. İşte Pan, yani “bütün” bunlarla dalga geçiyor. Hem insanları korkutuyor, hem tanrılardan korkuyor. Hem ağlıyor, hem ağlatıyor. Onda tüm karşıtlıklar ve aynılıklar var. O yaşıyor. Yaşamı bir bütün olarak görüyor. Karşıtlıklarla değil bütünlüklerle ilgileniyor. 

(Can Özoğuz ile söyleşisinden)

“Kime niyet, keçiye kısmet” için 7 Yorum

  1. Nurgök Diyor ki:

    Başak’cığım, “Elimdeki “acil durum kartı”nı yelpaze olarak kullanarak okumaya devam ettim.” cümlesini okuyunca ister istemez kahkaha attım. Okuduğun kitap, yolculuğa, yolculuk kitaba karışmış sanki. Bir dahaki sefere, yolculuklarda yanına aldığın kitaplara dikkat!…Ya da böylesi daha mı güzel?… Bilemedim…:) Gezinin devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Ellerine sağlık.

  2. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Eeee… Gezgin olmak kolay değil…;-)))
    Herşeye hazırlıklı olmak gerek… Ya da tam tersi, hiçbir beklenti olmaması…
    Geçmiş olsun…

  3. Saniye Özsan Diyor ki:

    Temmuz’da Kaçkar zirveden dönerken, uçakta yanıma oturan adam, uçak sallanmaya başlayınca derin derin nefes almaya başladı ve elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Baktım ki kötü oluyor, “Korkuyor musunuz?” diye sordum. Neredeyse elimi tut der gibi bakıp, “Evet çok korkuyorum, bende panik atak var ve sık sık da uçmak zorundayım iş gereği, daha buradan sonra aktarmalı İzmir’e uçacağım, lütfen camdan bakın aşağıda şehir ışıkları görünüyor mu?” diye sordu. “Görünüyor, gelin siz de bakın dedim. (Ben cam kenarında, o ortada oturuyordu) Kısa süre sonra uçak alçalmaya başladı, havaalanına yaklaşırken arkadan bir yolcu hızla koridordan koşarak öne gitmeye başladı, bu sırada hostesler de iniş pozisyonunu almış, koltuklarında kemerleri bağlı oturuyorlardı. Koridorda koşan adama “Lütfen geri dönün ve yerinize oturun” diye seslendiler. Adam arkasını dönüp koridorda olduğu yere oturdu. Panik ataklı yanımdaki adamın bütün endişesi gitti ve gülmeye başladı.
    Yazını okurken bunu hatırladım 🙂

  4. servet Diyor ki:

    Başakcım yazıyı okurken sonuna doğru şöyle hayal ettim: Yanındaki yolcu bir keçi olsaydı..
    Yok yok oğlak olsun.. Çok oyuncudurlar. Üstelik, ipek gibi tüylerini ve gıdısını okşardın.

  5. Pınar Doğan Diyor ki:

    Film izler gibi gülümseyerek okudum yazdıklarını:)) İki ve Keçi adlı kitabı ben de alıp okuyacağım:)) ve okurken sanırım Seni düşüneceğim:)) Teşekkürler…

  6. Ülkü Seyhan Diyor ki:

    Başak’cığım geçmiş olsun ,

    Acil durum kartını yelpaze olarak kullanıp okumaya devam etmen beni de gülümsetti. Akıcı anlatımın ile kitabı merak ettim doğrusu …

    Teşekkürler…

  7. Mehmet Zaman Saçlıoğlu Diyor ki:

    Peki üçüncü bölüm ne oldu? Okudunuz mu? Asıl havada okunacak bölüm oydu. 🙂 Pegasus uçaktan kurtarırdı sizi belki.
    Teşekkür ederim bu kitabımı blogunuzda konu edindiğiniz için.
    İyi dileklerimle
    Mehmet Zaman Saçlıoğlu

Yorum Yazın