Yutmi

Elbet bir gün çıkarlar saklandıkları yerlerden… İki film, bir roman.

Kasım 28 2011

Ne zaman bir yol ayrımı çıksa karşısına, cesaret isteyeni seçmeye gayret etmiş. Sonuç bazen iyi olmuş, bazen kötü. Ama cesareti seçtikçe kendini iyi hissetmiş.

Pazar günü yürüyüşüne gitmedim bu hafta. Onu bunu baha ettim kendime… İyi …. ettim. Elimde aylardır sürünen kitapla baş başa kaldım. Rafa kaldıramadığım, iki ayda bir “ay yine bitiremedim” dediğim şu kitap… Gökhan’ın 85 derecelik tepelerini aratacak bir kitap… En sonunda bitti. Ruhumu bir savaştan çıkmışcasına yoran kitap, Ayfer Tunç’un “Yeşil Peri Gecesi” sonunda bitti. Kitabın bitişinin, “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” ile “Dedemin İnsanları” adlı filmleri izlememle aynı zamana denk gelmesi de ayrı bir ironi… Kitapla filmler arasında özde ortak noktalar çok fazla. İNSAN…

Aylar önce başladığım, araya başka kitapların, filmlerin, sohbetlerin, gezilerin girdiği, benim bir türlü bitiremediğim fakat rafa da kaldıramadığım bu kitabın neden uzun sürüğünü anlamak çok zor değil aslında. Bu kitap, insanın tüm duygularına tek tek dokunan bir kitap. Tüm yaralarının kabuklarını kaldıran, kabuk bağlamamış olanlarına da tuz basan bir kitap. Öyle ki zaman zaman canınız o kadar acıyor ki kitaba ara vermek zorunda kalıyorsunuz. İşte bunun için geç bitti bu kitap. Yaraların hepsinin size ait olması da gerekmiyor canınızın acıması için… Tam da burada kitaptan bir bölümü paylaşmak istiyorum sizinle;

….

Gülümsedik karşılıklı. Şanslıydım. İnsan ömründe böyle yoğun ve sahici anlar çok azdır. Ama hüzünlü bir şey vardı Selda’nın yüzünde. Ağladı, ağlayacak. Anlıyorum benim yerime koyuyor kendini.

Benim için üzülme” dedim.

Üzülüyorum… senin için… kendim için… İnsan kalmak niye bu kadar zorlaşıyor ki her geçen gün?”

Ali yumurtalara tuz karabiber ekti. “İnsan kalmak hep zordu.” dedi. “İnsan, kendine insan dediğinden beri zordur insan kalmak, yeni bir şey değil bu .”

Doğru… ama insan, zamanın insanı daha çok insan yaptığına inanmak istiyor.”

Umut sadece bir an değildir, bazen bir süreç de olabilir. İşte oldu. Umutla dolu zamanlar vardır hayatta böyle, yeniden doğuş anları, sahiden doğuş.”

Bu arada şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bu kitabı bana bir solukta okuduğunu söyleyen bir kaç kişi de olmadı değil. Demem o ki gözünüz korkmasın 🙂

Yeşil Peri Gecesi” son zamanlarda okuduğum en iyi kitap(lardan) diyebilirim. Siz de bana “mazoşist misin?” diyebilirsiniz tabii 🙂 İşin şakası bir yana en basit sorunlarla bile yüzleşemeyen Osman gibi değilseniz, korkup kaçmıyorsanız hemen, -virgüle dikkat lütfen- bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Romanın başkarakteri olan kız gibi “insanlar hiç bir şey olmamış gibi yapmanın yolunu bulur, ben bulamam” diyorsanız ya da “yokmuş gibi olmamış gibi yapamıyorsanız” siz de… daha iyi anlayacaksınız derdini yazarın…

Kitap beni ne kadar etkilediyse, karakterleri ve olayları ele alırken bir geçmişe bir bu güne gidip gelen tarzı bile beni kitaptan kopartmayı başaramadı (çok akıllı olmadığım, hafızam da çok güçlü olmadığı için böyle eserlerde bazen kafam karışabiliyor, hatta araya zaman girerse mutlaka unutuyorum) Ben ki isimleri aklımda tutamam, isimleri bile unutmadım. Yalnız roman kahramanının adı… Onu da bu yazıyı yazarken farkettim. Roman kahramanı olan kızın adı geçmiyordu kitapta. Döndüm kitabı karıştırdım ama yok, bulamadım. Sonra düşündüm, neden olsundu ki? Ayfer Tunç’un çok güçlü kalemi, zaman zaman kullandığı benzetmeler, ifadelerindeki vuruculuktu beni kitaptan kopartmayan… Bu ifadelerden beni etkileyen birini sizlere de aktarayım. Bakın kemik kırığı ile onur kırığını nasıl tanımlamış yazar romanında;

Hayatımın baraj sorusu: kemik kırığı mı daha çok acı verir, onur kırığımı?

Cevap: Kaçıncı kez kırıldığına bağlı. Kemik kırığıyla duyulan acı birbiriyle doğru orantılıdır. Kırığın şiddeti arttıkça acının da şiddeti artar. Onur kırığı ile duyulan acı ise ters orantılıdır. Darbe sayısı arttıkça hissedilen acı azalır, hassasiyet tabakası kalınlaşır. Onur dumur olur.

Bir de arafta kalanlardan bahsediyordu Ayfer Tunç romanında, arafta doğanlardan… “ Arafta doğanlardanmış o. Bir tarafında hayat, bir tarafında ölüm ırmağının aktığı bir köprüde dikilip, neyi beklediğini bilemeden geçmiş ömrü, iki tarafa da meyledemeden. İkisinden birinin coşkun sularına atlayamadan.

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” adlı filminde de değişik insan karakterlerini trajikomik bir biçimde ele almış senarist. İnsanların bireyselleşmesini, kendi çıkarları doğrultusunda erdemlerinden ve değerlerinden vazgeçişlerini, her şeye ne kadar kolay alıştıklarını ve  kolay unuttuklarını, kendi işledikleri suçların bedellerini nasıl gönül rahatlığıyla kendilerinden daha güçsüz ve savunmasız insanlara yüklediklerini trajikomik bir dille anlatmış. Yönetmenin kullandığı üslup değişik geldi bana. Alışık olmadığımız, biraz da absürt denilebilecek bir üslup denemiş. Bu da filmi izlerken ani duygu geçişlerine sebep olabiliyor. Ancak derdini de gayet açık ortaya koyabiliyor.

Dedemin İnsanları” filmi ise bir Çağan Irmak yapımı. Ben çok içten, iyi işlenmiş ve çok kararında buldum filmi. Ailesiyle çocukken Girit’den göçüp, Ege’nin bir kasabasına yerleşmiş bir dedenin hayatı vardı filmde. Torunun ağzından dinliyorsunuz hikayeyi. Değerlerine sahip çıkmış, ailesine bu değerleri baskı kurmadan, içselleştirmelerini sağlayarak aktarmayı başarmış bir dede… Filimde inandığı değerler ve memleketi için savaş veren bir oğulun, uğradığı haksızlıktan, bunun karşısında kendinin ve babasının (dedenin) duruşundan… Sloganlar atarak değil ama, insanca… Düzenin karşısında, yapılan haksızlıklar karşısında sinen insanlar için “Elbet bir gün çıkarlar saklandıkları yerden” deyişi beni çok etkilemişti. Öfke ve kin yoktu sesinde, bakışında. Farkında, kırgın, üzgün ama öfke ve kinden uzak…

Her iki filmin ve romanın temel teması “İnsanı insan yapan değerler”.  Her biri aynı tınıda birleşen ayrı bir enstrüman gibi… Lisedeki müzik hocam öğretmişti; farklı seslerle söylerken aynı tınıda buluşmanın ne demek olduğunu ve o tınının güzelliğini. İşte bunun gibi bir şey…

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”nin aksine kolay unutulmayan değerlerden, insanlardan bahsediyordu “Dedemin İnsanları”.

Unutmak sözcüğü Ayfer Tunç’un romanından bir bölümü getirdi aklına;

İnsan ölümün eşiğinde bile olsa unutulmadığı için seviniyor. Unutulmak çünkü ölümün provası, hatta bin beteri. Düşün. Bir bedenin var yeryüzünde ruhunun eşlik ettiği, yaşıyorsun ama hatırlayanın yok. Oysa ölmüşsen yoksun, umurunda mı artık kim anıyor adını, kim anmıyor.

İki film, bir romanla dolu bir pazar günü geçirdim. Sohbetinden keyif aldığım bir dostla da harmanladım… Eh daha ne olsun 🙂

Yeşil Peri Gecesi ile ilgili olarak daha önce yazdıklarımı hatırlamak isteyen olursa diye ekliyorum;

https://www.yutmografim.com/gunesli-bir-cumartesi-ayfer-tunc-ve-korkunun-curuttugu-hayatlar/

https://www.yutmografim.com/leblebi-kasesinde-bir-dolunay/

 

“Elbet bir gün çıkarlar saklandıkları yerlerden… İki film, bir roman.” için 10 Yorum

  1. BERNA Diyor ki:

    Gönlü geniş arkadaşım ne diyeyim;

    “Yağmur herkese yağar
    Ama çok az insan tutar yağmurun ellerini
    Onca şarkı onca film onca roman
    Ama sevmeye yetmez herkesin kalbi”

  2. basak Diyor ki:

    Bu Murathan Mungan’ın en sevdiğim şiirinden…. 🙂
    Çok teşekkür ederim Berna’cım 🙂

  3. senem Diyor ki:

    Başak’çım Ayfer Tunç çok sevdiğim bir yazar zaten. Bu kitabı da almış olmama rağmen bir türlü sıra gelmemişti. Yazın, okuma isteğimi pekiştirdi. Sağol güzel paylaşımın için. Kocaman öptüm.

  4. Sema Kesen Diyor ki:

    Basak’cim,

    Yogunlugundan hem urktum hem de cekildim kitaba. O kadar guzel anlatmissin ki. Bugun alacagim. Bu icten paylasimlarin icin de tekrar tesekkurler… 🙂

  5. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Aman uzaklaşma o kitaplardan, filmlerden ve de tabii ki insanlardan… Anlatmaya devam et ki anlayışımız artsın, derinleşsin…
    Yalnız bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim; beni “Yeşil Peri Gecesi” gibi eserler sarar ve bir solukta olmasa da kendi tempoma göre hızla okurum…
    Beni bayanlar, aşırı tekrarlar içeren, ki neyse ki romanlarda buna rastlamak güç, ve sadece bir kesim için yazılmış kitaplar. Bu siyasi olabilir, afyon (yani din) içerikli olabilir, sanatın, edebiyatın ve bilimin sadece bir gurubu ilgilendiren yönlerini ele alan eserler olabilir. Yine de haftalar da olsa elimden bırakamam. O illa ki bitecektir. Şu anda elimde öyle bir kitap var… İte kaka okuyor, adım adım sayfalarda ilerliyorum… Kitap özünde çok iyi bir kitap… Kitabın okunmasını zorlaştıran aynı konuların yinelenmesi. Bu da basında yer almış hemen hemen aynı içerikli güncel yazıların derlendiği bir kitap oluşundan kaynaklanıyor… Üstelik 500 sayfaya yakın… Hem yazarı hem de kitabın adı ise çok çekici: “ATATÜRK ÖZLEMİ” – Yekta Güngör ÖZDEN…
    Ama bitecek…
    Sevgi ve doğa ile yaşa…

  6. gokhan kocak Diyor ki:

    Hafta sonunu pek verimli geçirmişsin Başak 🙂
    Paylaştıgın için teşekkürler…gk

  7. Çınar ERTEM Diyor ki:

    Hani yazar yazısında ifade etmişti ya…
    ”İnsanlar yedikleri kadar değil sindirebildikleri kadar beslenirler” diye… yutmoğraftada anlatılan,ifade edilen,yorumlanan herşeyde içimize sindirebildiğimiz kadar yüreklerimizinde beslendiği bir çok şey bulabiliyoruz ve bazen öyle bir duygu uyandırıyor ki ; bizlerin saklandığımız yerden çıkabileceğimize dair umutlarımızı yitirmeden inanmamıza neden oluyor.
    Bu güzel paylaşımlarınız için teşekkür ederim.

  8. basak Diyor ki:

    Sevgili Çınar,

    Mustafa Balbay’ın bu sözünü, 3 Kasım’da bana getirdiğin günden beri, uygun bir yerde dile getirmek için saklıyordum ve sen öyle güzel bir şekilde, öyle bir yerde kullandın ki… Benim hazine sandığıma bıraktın…
    Çok teşekkür ederim 🙂

  9. gülden Diyor ki:

    sevgili dost başak,
    bir süredir nöbetlerin yoğunluğundan okuyamamıştım yazılarını. ne kadar da özlemişim. paylaşımın için sağol. o kadar yalın ama bir o kadar da şairane anlatıyorsun ki arkası ne zaman gelecek diye dört gözle bekliyorum.
    sevgiler, özlemle öpüyorum, gülden

  10. oguzhan kifci Diyor ki:

    Garip saatlerde yaşayan birileri olarak ….
    İnsan olmak hep zor olacak sanırım, insan olmayı bilenler için(çok felsefik oldu di mi ? ) :)) Ama öyle olacak!
    ” Onur kırığı” kendi içimizde ters orantılı! Hassasiyet tabakamız kalınlaşırken; bunu gelecek nesillere nasıl kalınlaştırmadan çözebileceklerini anlatmamız gerekiyor ve bu cok zor:)
    “Ölüm eşiğine gelmeden ya da yaşlanmadan” işte çabalamıyor musun bir şeyler anlatmak için daha ne yapabilir ki insan!

Yorum Yazın