Yutmi

Düşler Diyarına Yolculuk

Eylül 18 2018

….

….

….

Kapat gözlerini ve düşün

ipekten bir deniz

pamuktan bir gökyüzü “

Bu yazıyı düş kurabilen, düşlerini yaşatabilen ve onları gerçekleştirenlere armağan ediyorum.

Neredeyse uykusuz geçen üç günün ardından bu sabah kupkuru bir ağızla uyandım güne. Sabaha karşı 3:30 gibi varmıştık Ankara’ya ve ben kendimi bu yatağa nasıl getirdiğimi hatırlayamıyorum.

Yorgunluktan nasıl uyumuşsam artık… Ağzım bir karış açık kalmış ve deli gibi horlamış olmalıyım ki uyandığımda ağzımın içi, küçük dilime kadar kurumuştu… Bir bardak suyu kafama diktikten sonra biraz kendime gelir gibi oldum. En ufak bir şeyi dahi unutmak, atlamak istemediğim için hemen bilgisayar başına geçtim. Tabii yazının ve fotoğrafların pişmesi biraz zaman alıyor. Gözlerinizi kapatıp dinleyecek zamanınız varsa bolca da müzik var. (Gözleri kapatmak, belki sizi o ortama götürebilmesi için işe yarar diye düşündüğümden, yoksa gözleriniz açık da dinleyebilirsiniz tabii :)) ) Bu yazı size biraz uzun gelebilir, umarım sıkılmazsınız ama benim için 18 yılın yalnızca kısa bir özeti.  🙂

Sabah ayılmaya çalışırken arşivi biraz kurcaladım, en son 2016 temmuzunda dalmışım. Adrasan’a ilk gidişimle ilgili olarak ise 2003’e ait bir doküman ve 2004’e ait bir dalış yazısı buldum. Adrasan’ın diğer bir önemi de Oğuzhan hocanın yeni kurduğu dalış okulunun temellerinin atıldığı yer olmasıdır. Ya da ben öyle biliyorum. Tam da açılış haberini aldığımız bu gün Adrasan’da dalıyor olmam ne hoş. Selam olsun sana Adrasan’dan Oğuz Hocam! Ağaçları göremedim ama birinin meyve verdiği belli. Seni bir kere de buradan kutluyorum, yolun açık, paketin bol, denizin balıkla dolsun sevgili dostum.

Şimdi gelelim bizim dalışlara. Şu benim 2004 yılındaki Adrasan dalışı ile ilgili yazıyı buldum demiştim ya, bu yazıda zaman zaman ona da yer vereceğim. Bazı şeyler bu kadar mı aynı olur… :)) Yazı eski (onları siyahla yazdım ki ayrılsın) ama fotoğraflar yeni.

Adrasan’a sabahın erken saatlerinde vardık. Henüz gün doğmamıştı. Eşyaları tekneye taşıyana kadar güneş de ufukta belirmeye, gökyüzünü kızartmaya başlamıştı.

2003 yılında Adrasan

Sol tarafımda deniz, denizin üzerinde bir ada, adanın denizle birleştiği yerde sarıdan kırmızıya dönen bir renk, denize kenar süsü olmuş sanki… Adanın biraz ilerisinde bir gezi teknesinin ışıklı silueti ve gökyüzündeki hilalle ona bakan kocaman pırıl pırıl tek bir yıldız. Güneş de doğmak üzere… Aranızda ne kadar romantik var (ben bir tane biliyorum) bilmiyorum ama ben hayatımda bu kadar romantik manzara bir de Andarsan’in gecesinde gördüm…

Gökyüzünde hilal yoktu bu sefer ancak onun yerine sahilde bolca şezlong, şemsiye ve de günübirlik gezi teknesi vardı. Adrasan kıyılarına 14 yılın getirdiği en büyük fark bu olsa gerek . Yine de hiç biri, gün doğumunun güzelliğini yaşamamıza engel değildi.

İki yıldır dalmadığım ve bu süre boyunca vücudumda sakatlamadığım bölge bırakmadığım için çok fazla dalmak niyetinde değildim. Belki ilk gün hiç dalmam, dalsam da bir dalış yapıp kendimi yoklarım diye düşünüyordum. Ama boşuna dememişler can çıkar huy çıkmaz diye… Teknede ekipmanını ilk bağlayan sanırım yine ben oldum. Boğaç Hocam ekipleri hazırlamış, tahtaya isimleri yazmış. Bir de baktım benim adım da var. Oğuz dalış lideri, ekibin sonunda da benim adım… Haydaaa niye yazdı ki şimdi benim adımı, ben usul usul takılaydım tekne altında bir başıma ne vardı. Bir bakaydım, sağ mıyım, sağlam mıyım… E şimdi Oğuz’u artçısız bırakacak halim yok. Boğaç Hoca bu, tanıyor adam malını. Hadi bakalım Başak Hanım, iş başına… Ben kendimi yoklayayım her şey yerli yerinde mi derken, umarım Oğuz’un başına iş açmam suda diye düşüne düşüne kendimi suda buldum. Aldığım kilolara rağmen dalış elbiseme sığabilmiş ve eski ağırlıklarla suya inmeyi başarabilmiştim. 16 Yıllık sadık ekipmanlarımın da performansı gayet iyiydi, vefalı bir biçimde beni beklemişlerdi. Bir, bilemedin iki dalış yaparım derken ikinci günün sonunda, eğitim dalışları ile birlikte 8 dalışla turu tamamlamıştım. :)))

Şimdi biraz dalışlardan, sonra da gece konakladığımız koydan bahsedeceğim. 2004’te bungalovlarda konaklamıştık ama bu sefer tekne konaklamalı gitmiştik. Sanırım esas farklılığı sualtından çok, gece kaldığımız koyda yaşadım.

Dalış yaptığımız noktaların adlarının tamamını hatırlamıyorum ama 2004’deki yazımda bahsettiğim her yere dalmışız. O yazıdan dalışla ilgili kısımları olduğu gibi aktarıyorum;

İlk günün ikinci dalışını Hacivat reef’inde yaptık. Karagöz de varmış ama inşallah o da bir dahaki dalışa… (işin komiği aynı soğuk espriyi yine yaptım) Dipteki kocaman ve düz yüzeyli kaya parçaları güneşin ışıklarıyla birlikte muhteşem bir görüntü sergiliyorlardı.

İkinci günün ilk dalışını yaptığımız yer muhteşemdi! Yarasalı Mağara! Tekneden suya indikten sonra duvarı sağınıza alıp bir sure yüzüyorsunuz, 12-13 mt.’lerde bir mağara var. Mağaranın içinde yarasalar uçuyor. O dalış noktası benim için muhteşemdi. Hatta üzgünüm Afkula ama sanırım senden bile güzeldi. Dalış bölgelerindeki duvarların derinliğinin 80mt.’ye kadar uzandığı yerler vardı. Ayrıca dalış sonrası Mehmet’le yaptığımız maske-şnorkelde de sağ tarafta bir kaç tünel ve bir kovuğun içinde pemperisler gördük.

Günün ikici dalışını Kusmuk Burnu’nu (Kalkan’da bir dalış noktası) aratmayacak bir yerde yaptık. Aslında bölgenin tamamı akıntılı değildi, ama bir yer vardı ki bayrak gibi sallandırdı kayalarda hepimizi. (Oğuz, sanırım orası burası :)) )

Adrasan güzel bir yer, dalış bölgeleri de güzel. Üstelik potansiyeli de var (Patron duyuyor musun?)

Bu seferki dalışlarda o zamankinden farklı olarak gördüğümüz, çok sayıdaki aslan balığıydı. Aslan balığı, bize en yakın Kızıldeniz’de yaşar. Şimdi bir şekilde bizim sularımıza da girmişler. İki sene önce yaptığım dalışlarda tek tük görünen bu balıklar, şimdi çok sayıda görülebiliyorlar. Bu balıkların en önemli özelliği zehirli olmaları. Sevgili İlke, bu sakin sakin yüzen balıkların neden diğerleri gibi korkup kaçmadığını ve “gel pisi pis” deyince uslu uslu geldiklerini sanırım bu dalışta öğrendin. Neyse ki o pisi ona dokunmadan müdahale ettik de bunu canın pahasına öğrenmek zorunda kalmadın. 🙂 Hazır yeri gelmişken tüm yeni başlayan dalgıç arkadaşlara bunu bir daha hatırlatmakta yarar görüyorum; şu an denizlerimizde görünen, ortalıklarda salın salına dolanan ve görüntü itibarıyla albenisi en yüksek olan bu balıklara lütfen dokunmayınız ve Ayşegül gibi meraklı gözlerle kayalıkları karıştırırken de kendilerine dikkat ediniz.

Dalışın en keyifli yanı bu sefer artçı olmaktı. İyi bir dalış lideri varsa artçı olmaktan daha keyiflisi yok. Arabada direksiyonda değil de yan koltukta oturmak gibi. Sanırım Oğuzhan’dan yıllar sonra artçılık ettiğim ilk isim Oğuz oldu. Bu güzel dalışlar için Oğuz’a teşekkür ederim. Dalış ekibimiz de çok keyifliydi; Ceren, Kübra, İlke ve Kerem, sizlere de akıllı uslu daldığınız, bizi üzmediğiniz için teşekkür ederim. :)) Özellikle İlke’nin bu dalıştan sonra çok daha kendine güvenli dalışlar yapacağından eminim. 😉

Dalışta bir de küçük paketimiz vardı. Bir nevi kutu bebek Ebrar tadında, 16 yaşında bir kız çocuğu, adı Irmak. Eren’den sonra eğitim dalışında eşlik ettiğim en küçük dalgıç adayı. Irmak, ilk dalışı olmasına rağmen, aslında yıllardır dalıyormuş da bir süre ara vermiş ve kısa bir adaptasyon evresi geçirmiş gibiydi. Daha ilk gün Boğaç’ın elini bırakmış, sepiye ve maske tahliye sorununu halletmişti. Bir kere bile balon olmadı. Hele bir duvarın yanında yüzerken Boğaç Hoca’sı ona su yüzeyine dönüp bakmasını söylediğinde sırt üstü dönüp yüzeye, güneş ışıklarına bir bakışı vardı… O güzel gözlerdeki şaşkınlıkla karışık hayranlığı sanırım uzun süre aklımdan çıkartamayacağım. İşte bunun için seviyorum ben dalışı. Dalış, özellikle eğitim dalışları, insanların gözlerinden kalplerine giden tüm kapıları açıyor çünkü. Ama Boğaç’a çok kızgınım; bir kafa dalışı yaptırmadı Irmak’la bana. Şaka şaka Boğaç tanıdığım en güvenilir, en mütevazi dalış hocası. Sanırım 18 yıllık dalış hayatından sonra bunu söyleyebilecek tecrübeye sahip olmuşumdur. Dolayısıyla Boğaç Hoca doğrusunu yaptı tabii ki. Bununla birlikte, Irmak, alacağım olsun, bana bir kafa dalışı borcun var haberin olsun. Çok iyi bir dalgıç olacağın şimdiden belli, seni kutluyor ve o güzel yanaklarından öpüyorum.

Gelelim geceye… Adrasan’a gitmeyi istememin önemli nedenlerinden biri de gecesi. Niye mi? Bunu önce 14 yıl önceki Başak’tan, sonra da bugünkü benden dinleyin.  😉

İşte o manzara gerçekten görülmeye değerdi. Solumuzda kalan ve sabah yeşil bir örtü ile kaplı olan tepe, gece tüm heybetiyle masal kitaplarındaki yerini almıştı. Gökyüzündeki yıldız kümeleri ve saman yolu ise manzaranın tamamlayıcısı olmuştu. Ara sıra kayan yıldızlar gecenin içinde küçük mutluluklar yaratıyorlardı… İkimiz de çok “romantik” olduğumuzdan saatlerce hiç konuşmadan o manzaranın karşısında oturabilirdik… (Buradan maraba Mehmet’e ve Karavida’ya selam olsun!) ama oturmadık. Ertesi gün dalış vardı… Otele döndüğümüzde Karavida da kıyıya gitmek istediğini söyleyince ikinci kez kıyıya gittik. Karavida ile de manzaranın tadını çıkardıktan sonra otele dönüp uykuya daldık. Ama Adrasan’a bundan sonraki gidişlerimde uyku tulumumu yanıma alacağım ve hatta hepinize de tavsiye ederim. O kumsalda, o yıldızların altında uyumak varmış. “

Bu da şimdi nasip oldu, yani tam 14 yıl sonra :))

Bu sefer farklı olarak Adrasan koyunda değil de başka bir koyda kaldık ve burada konaklama tesisi yoktu. Oldukça küçük bir koydu. Bir sokak uzunluğu kadar küçük. Küçük sevimli bir sahili ve karşıda manzarayı tamamlayan küçük sevimli bir adası vardı. İşte dalışlar kadar, belki de daha güzel olan burada geçirdiğim gece ve o gecenin sabahı oldu. Güneş batıp gece inmeye başladığında, bir grup, gece dalışı yaparken diğer bir grup da sahilde çadır kurup, kurulan açık büfe ve mangalın başına toplanmıştı.

Ben de kendime geceyi geçireceğim bir yer arandım. Doğal olarak o küçük sahilde çok aramam gerekmedi. :)) Bulduğum alçak bir kayayı arkama siper edip, uyku tulumumu buraya serecektim. Gruptan biraz uzaklaştığım için gecenin sessizliği bana kalmıştı ve tam da istediğim buydu. Gökyüzündeki tüm takım yıldızlarını görebiliyordum; küçük ayı, büyük ayı, çoban yıldızı, samanyolu… Tepemde bir yıldız haritası seriliydi sanki. Denizin sesi ve yıldızlar. Bir süre sonra dayanamadım ve bu güzelliği Eleni Karaindrou’nın “sonsuzluk ve bir gün” ile “ağlayan çayır” film müzikleriyle çoğalttım. Bu anı buradan ne kadar aktarabiliyorum bilemiyorum ama uzun zamandır olmadığım kadar mutlu ve huzurlu hissediyordum kendimi. Geceyi, hem bu güzellikleri daha fazla yaşamak adına, hem de altımdaki zeminin sertliğinden ötürü :)) yarı uyur yarı uyanık geçirdim.

“Gökyüzündeki tüm takım yıldızlarını görebiliyordum; küçük ayı, büyük ayı, çoban yıldızı, samanyolu… Tepemde bir yıldız haritası seriliydi sanki. Denizin sesi ve yıldızlar.” Hadi gözlerinizi kapatıp bu müziklerle birlikte hayal etmeyi deneyin. Bir kerecik… 🙂 Başka türlü nasıl getirebilirim o anı size inanın bilemiyorum. Öyle güzeldi ki…

Gece sızar da sabahın ilk ışıklarını kaçırırım diye tam uyku haline geçemiyordum. Haksız da sayılmazmışım. Korktuğum başıma gelmedi ama heyecanla beklediğim an geldi ve sabahın ilk ışıklarını yakalamayı başardım. Karşıdaki küçük ada sanki bir dekordu. Kızıllığı ve tepedeki bulutları nasıl da tamamlıyordu. Sırtüstü yattığımda ise arkamdaki tepeler dairenin yarısını, gökyüzündeki bulutlar ise tamamını oluşturuyordu. Yutmi bile bu kadar büyük bir güzelliği yutamamıştı. Onu karnıma yatırdım ve beraber gökyüzünü, bulutları ve tepeleri izledik. Bu görüntüyü de Michael Nyman’ın piano’su tamamlıyordu. Şimdi neden gözlerinizi kapatın dediğimi hissedebiliyor musunuz?

Güneş yükselirken son dalışlar için tekne yola koyulmuştu. Güneşin etinden sütünden yararlanmadan olmaz. Fikret Kızılok eşliğinde biraz da yansımalara bakalım mı? Modelimiz Ayşegül’e Yutmi ve ben teşekkürü borç biliriz. Bir dalış gezisinin daha sonuna gelmiştik. Başta Boğaç Hocam’a, sonra liderimiz Oğuz’a, tüm dalış arkadaşlarıma ve tekne ekibinde başta kaptan olmak üzere, Ferit, Burak, Ali ve nefis yemek ve müzikleriyle Nihan’a teşekkür ederim. Bunca aradan sonra bu kadar teşekkür etmişim çok mu? Bir dahaki dalışlarda buluşmak dileğiyle…

 

“Düşler Diyarına Yolculuk” için 14 Yorum

  1. Hakan Erdoğan Diyor ki:

    Tebrikler Başak. Bu kadar zengin içerikli yazını okuyunc, neredeyse oradaymışız gibi hissettim. Yüreğine sağlık.

  2. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Gülüm,
    Önce Michael Nyman; Daldım derinliklere, kocaman bir mağara ve tepeden sızan ışık huzmeleri… Su besberrak… Suratımda sırıtma, çıktım mağaradan. Uçsuz bucaksız berraklık devam ediyor…?
    Ardından Weeping Meadow ama bu sefer için için ağlayan benim… Üst üste geldi son günlerde kayıplar…
    Sonra Eternity and a Day; çarşaf gibi bir deniz ve kollarımda bir balerin… Uçuyoruz denizin üstünde… Huzur…
    Son olarak, bence çok etken yitirdiğimiz değerlerimizden Fikret Kızılok… Düş mü gerçek mi bilemiyorum…? İçim kıpır kıpır, yine aşığım… Zaten ben her zaman aşığım…?
    Öfff, daldım gittim…
    Ha, daldım dedim de… Bundan sonraki ilk dalışında beni de götürüyor ve mis kokulu ekipmanla bana bir discovery yaptırıyorsun… Tamam?..

  3. basak Diyor ki:

    :))) 5 Ekime hazırlanın o zaman Rüştü Abi Fethiye’ye gidiyoruz. 😉

  4. Oğuzhan Diyor ki:

    Sen dalmışsın ??

  5. Oğuzhan kifci Diyor ki:

    Dalmışsın ??

  6. Gepetto Usta Diyor ki:

    Nefis bir dalış gezisi olmuş. 🙂
    En son dalışımın üzerinden 7-8 sene geçti herhalde. Bu kadar aradan sonra beni de heveslendirdin tekrar dalmaya.

  7. Ayşegül Öngel Diyor ki:

    Başak Hocam Oley :))

    Sabah erkenden uyanıp yazını okudum ve müzikleri dinleyip tekrar senin de müthiş betimlediğin,o kızıl gün doğumuna, yıldızlarla bezenmiş geceye ve sürekli bana gülümsediğin sualtına tekrar gittim. Fotoğraflar için de ayrıca teşekkürler hocam. ( Meraklı kayalık araştırmalarım da daha dikkatli olunacak :)) kocaman sevgiler..

  8. İlke Diyor ki:

    Sizi tanıdığıma çok mutluyum ?

  9. Şakir BABACAN Diyor ki:

    ADRASAN DA ,DÜŞLER DE…

    Çakıltaşı yıkanır gecenin fısıltısında
    Ayışığı gözlerin ıslakken,usulca..
    Adanın kızılı vururken saçlarına
    Yıldızlara karışır bakışların,ürkekce…

    Pıyanoyu dinler kanatsız kuşlar,
    Sanki bir daha uçmayacaklar ;
    Pulsuz balıklar bir daha dalmayacaklar
    Ve esmeyecek bir daha bulutlar..

    Ve sanki beyaz atlı prenses
    Bir daha yazmayacak böylesini…
    Şakir/ 19 Eylül 2018 Ankara

  10. Bogachan Diyor ki:

    Bu güzel yazı,fotograflar ve müzikler için tesekkürler Başak Hocam 🙂

    Biz güzelbir aileyiz

    Beraber nice güzel dalışlara 🙂

  11. basak Diyor ki:

    İyi ki kovulmuşuz her yerden de seni bulmuşuz Boğaç’ım.

  12. Ülkü Seyhan Diyor ki:

    Başak’cığım merhaba

    Adrasan ‘da güneşin doğuşu deli dehşet güzeldir…Yıllar oldu Adrasa’a gitmeyeli …Şahane fotoğraflar ve müzikler için teşekkürler . Theoduros Angelopulos filmleri ve Eleni muhteşem ….sonsuzluk ve bir gün ve diğer filmleri …

    Sevgiler görüşmek üzere;

  13. gülden Diyor ki:

    ayyy
    öyle çok özendim ki yapmak istediğim halde hala yapmamaktan dolayı pişmanlığım bir kat daha arttı sayende hınzır arkadaşım
    yazılarını özlediğimi de farketmedim sanma
    dostlukla kal canım benim, kocaman sarıldım

  14. aysun kara Diyor ki:

    Başakcım eline sağlık, anıların, fotoğrafların ve seçtiğin müziklerle keyifli bir yazı olmuş.

Yorum Yazın