Yutmi

Bir serginin ardından

Kasım 12 2016

Uykusuz ve yarı aç ama bir o kadar da yoğun ve güzel geçen bir sergi yaşadık. Öncelikle sergiyi ve bu heyecanı bizimle paylaşan tüm eşe dosta teşekkür ederiz. Bu öyle değerli ki… Sergi boyunca fotoğraf ve kitap satışı oldu ve güzel de bir gelir elde edildi. 

Tüm gelir Fişek Çalışan Çocuklar Vakfı’na gitti bu da bizi ayrıca mutlu etti (fotoğraftaki çocukların Fişek Çalışan Çocuklar Vakfı ile bir ilgisi yoktur, yanlış anlaşılma olmasın). Varlıklarıyla, aldıklarıyla bu sürece katkı veren herkese çok ama çok teşekkür ederiz.

Herşey bitti. Şimdi biraz daha sakiniz ve ben bugün sergiyi taşıyabildiğim kadar Yutmoğraf’a taşıyacağım. Sergi ve açılış sırasında fotoğraf çeken arkadaşlar olmuş ve benimle paylaştılar. Bu beni çok mutlu etti, çünkü ben o gün fotoğraf çekememiştim. Anlayacağınız buradaki fotoğrafların hiç biri bana ait değil. Ziyaretçileriyle, fotoğrafların hikayeleriyle bu sergiyi Yutmoğraf’ta yani hazine sandığımda saklamak istiyorum. Ankara dışında olduğu için, doğum yaptığı için, hasta olduğu ya da hastası olduğu için gelemeyen arkadaşlarım olmuştu. Hem onlar, hem de Yutmi ve kendim için o günü burada yeniden yaşamak istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmeden ve kendimi kutlamadan edemeyeceğim. Zira hayatımın en büyük sabır sınavlarından birini verdim. Geçtiğimiz Ocak ayında, sergi ile aynı adı taşıyan ve sergide sunulmak üzere bir fotoğraf kitabı çıkartmıştım. Bu kitabı dokuz ay bir sır gibi sakladım ki bu benim için neredeyse imkansız bir şey. Benim gibi sabırsız bir insan bu heyecanı dokuz ay içinde taşısın, dışarı çıkartmasın… Ama oldu. Millet öğrenince benimle dalga geçti; ne o hamile kadınlara dönmüşsün diye :))) Haksız da sayılmazlar. Fotoğraflar aylar öncesinden hazırlanmıştı. Tek sıkıntım, Çağdaş Sanatlar Merkezi Yönetimi’nin, sergiye iki üç ay kala beni arayıp, sergi salonunu değiştirdiklerini bildirmeleri oldu. Oysa ben tüm çalışmalarımı mekanı gözeterek yapmıştım. Bu benim için duvar tasarımımı yeniden gözden geçirmeme ve ilave bir kaç fotoğraf daha bastırmama neden oldu.

Sergi açılışı 31 Ekim’de olacaktı. Sergiyi ise 30 Ekim’de kuracaktık. 30 Ekim günü Zehra ve Dilmen bana yardıma geldiler. Reha Bey fotoğrafları, Didem sergi salonunda kullanacağımız dekorları taşıdı Çağdaş Sanatlar Merkezi’ne. En büyük endişem ilk duvardı. Hayal ettiğim gibi olacak mıydı? Diğer duvarlar daha klasik usulde olacaktı; yani fotoğraflar tijlere asılacaktı, ama ilk duvarda fotoğrafları ve renkli kağıtları duvara yapıştıracaktık. Bunun için duvarda iz bırakmasın, kolayca yapışsın ve sökülebilsin diye  “tack-it” adında beyaz plastik hamur gibi bir yapıştırıcı var, onu kullandık. Ama duvara yapıştırmadan önce yerde düzenleyip sonra duvara taşıdık. Önceden bilgisayar üzerinde yaptığım bu tasarımı duvara geçirmeyi başarabilecek miydik? Bunun için değişik boyutlarda ve renklerde kare kağıtlar kesip getirmiştim. Tavşanımızı bir reklam ajansına yaptırmıştım. Aslında her şey elimizde vardı. Biz de bunları duvara taşıdık. Bu duvarda Zehra ve Dilmen’in çok emeği vardır. Dilmen de muzur bir biçimde bu anı görüntülemeyi becermiş 🙂 Onlara tekrar tekrar teşekkür ederim.

Aslında açılışları sevmem. Bir kalabalık, bir keşmekeş gibi görünür bana. Düğünler gibi, cenaze törenleri gibi. Böyle zamanlarda hep kimsenin görmediği bir yerden -mümkünse tavandan ya da gökyüzünden- izlemek isterim olanı biteni. Kendimle en çok çeliştiğim zamalardır bu zamanlar. Hem çok kalabalık içinde olmayı sevmem hem de görüp de sarıldığım, her sevdiğim insanla bir o kadar mutlu olurum. Bu ne yaman çelişki anne… Aslında sevmediğim; böyle zamanlarda gelenlere yeterince, gönlümce zaman ayıramamak, konuşamamak. Neyse ki açılış gününden sonra da sergiye gelen/gelemeyen bir çok arkadaşım, yeniden geldiler. Hafta içi -özellikle gündüz saatleri- birlikte olmaya, sohbet etmeye, fotoğraflara tek tek ve birlikte bakmaya daha uygun oluyordu. Çoğunun hikayesi vardı ve bu hikayeleri de paylaşma şansım oluyordu.

Biz yerlerde fotoğraflarları düzenlemeye çalışırken Dido dekorları getirdi. Dekor dediğimiz de Alice’deki çay partisi masası. Serginin bir köşesinde onu kurmayı planlamıştım. Kurduk da. Hatta kendi aramızda bir çay molası da verdik. Ama sonra işin şov kısmı fotoğrafların önüne geçer endişesiyle çay partisi masasından vazgeçtik. İyi ki de vazgeçmişiz, zira o masa kalsaydı kokteyl farelerinden nasıl korurduk bilemiyorum. Bu sergide ben iki, arkadaşlar üç kokteyl faresi görmüş. :))) 

Sergide göremediğiniz bu “çay partisi” masasını burada görebilirsiniz.

Öyle böyle derken sergiyi pazartesine hazır hale getirdik. Misafirlemiz gelmeden önce size salonu gezdireyim mi?

Evet artık misafirlerimiz de gelmeye başladı… Bu sergiye uygun bir müzikle açılış gününü ve sergiyi bir daha gezelim mi?   Ne de olsa ateşe uçar bütün pervaneler.  🙂

Fotoğraflarda da görmüşsünüzdür. Sergide çok ağır misafirlerimiz vardı. İki gün üst üste burada “Alice Harikalar Diyarı Sergisi varmış” diye geldiler. Ne güzel değil mi? 🙂 Sergide en çok ilgiyi  gören fotoğrafları burada tek tek paylaşacağım. Bu fotoğraflardan “çakışmalar” diye adlandırdıklarım, kitabın matbaadaki deneme baskıları sırasında, matbaadakilerin çöpe attıkları arasından topladıklarım. Deneme  basımları sırasında bazı sayfalar tesadüfen üst üste gelmişti ve ben onları ayıklayıp tarattım ve sergide paylaştım.

İlk baştaki fotoğraf (aynı zamanda kitabın kapağındaki fotoğraf); bu fotoğrafın ortasına bir ayna yerleştirerek sergilemiştim. Spiral şeklindeki merdiven (KA Fotoğraf Atölyesi’nin bulunduğu binadaki merdiven) Alice’in tavşanın peşinden giderken içine düştüğü deliği çevresindeki mavilik de sualtını simgeliyordu. Ortasına yerleştirdiğim ayna da ise izleyen kendiyle buluşuyor ve neden bu ben olmayayım sorusunu soruyor (muydu?). Soruyor muydu? Bilmiyorum. Ben ona niyet o aynayı koymuştum oraya. Ama bu fotoğraf ve ayna ile ilgili en çarpıcı yorum, hiç tanımadığım bir adamdan geldi. Konuşmasından Azeri olabileceği izlenimi yaratmıştı bende ve bana gelip dedi ki; “O aynaya bakınca kendimi gördüm. Kendi hiçliğimi gördüm”. Öylece kalakaldım. Hiç bir şey diyemedim. Boğazım düğümlendi. O da başka bir şey demeden gitti.

Tam bu satırların üzerindeki sol taraftaki fotoğraf. Etrafı ve kendisi beyaz olan kadın. Aslında onun hikayesi kitapta var. Bu Yalçın Savuran ile yaptığımız bir atölye çalışmasından çıkmıştı. İtalo Calvino’nun “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” adlı kitabından yola çıkarak çekilmişti. Geçmişinden memnun olmayan. Yaşadıkları kendisini yormuş bir adamın, tüm geçmişini silerek yeni bir hayata başlama isteğini anlatıyordu. Ben de bu fotoğrafla birlikte şunu söylüyordum; “Sildiğimizi sandığımız aslında belki de kendimizdir.”

Yine çakışmalardaki “Sözcük Mezarlıkları” adlı şiir, yanına kır çiçeklerini çağırmıştı. Bu inanılmaz bir şeydi; ama olmuştu işte. Işığa yürüyen kadın, geçmişini silmiş miydi gerçekten ve bu dünyadan ayrılmasının nedeni o muydu? Ya Sinop’lu balıkçı? İki sene sonra İnceburun’da bir şeyler mi yaşadı? …VE daha bir çok hikaye, bir çok gizem…

Sizlerde ne etki bıraktı bilmiyorum ama ben çok acayip şeyler yaşadım bu süreçte. Hepsini anlatmayayım birazı sizde, birazı bende, birazı da gizli kalsın 😉

Bir dahaki buluşma nerede nasıl olur, olur mu bilemem ama şimdilik bizden bu kadar…

Açılış günü ve 3 Kasım’da Gülbüz ve Dilmen Vakıf masasında satışları organize ettiler. Gerçekten durumu çok iyi yönettiler. Zehra ve Dilmen serginin kurulumunda, Dido ve Selçuk lojistikte çok destek oldular. Baskılarda Mehmet Bey ve çerçeve işlerinde Reha Bey çok güzel iş çıkarttılar, onlara da teşekkür ederim. Serginin toplanması sırasında Oğuz ve Zehra, tüm bu süreçte Necla Hanım ve Nurgök bizi hiç yalnız bırakmadı. Gülşen’e, Oğuzhan’a, Fazlı, Necla ve Dilara’ya kitaptaki katkıları için tekrar teşekkür ederim.

…ve katkısı geçen, gönül desteği veren, bu sergiyi ve süreçlerini bizimle paylaşan herkese çok teşekkür ederim. Son olarak Nurgök Özkale’nin sergi ile ilgili yazısını paylaşacağım. Teşekkürler Nurgök.

BAŞAK ÇETİN’İN “BİR TAVŞANIN PEŞİNDE 5 YIL” ADLI FOTOĞRAF SERGİSİ

ÜZERİNE

Geç kaldım, geç kaldım! / Randevuma çok geç kaldım!/Merhaba, hoşça kal demeye vaktim yok / Geç kaldım, geç kaldım, aman, çok geç kaldım!” diye başlar söze Beyaz Tavşan; Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarı kitabında.

Siz de hemen koşun Ankara Kenedi Caddesindeki Çağdaş Sanatlar Merkezine; Abidin Dino salonundaki sergiye geç kalmayın! Başak Çetin’in 31 Ekim 2016 Pazartesi günü başlayan “ Bir Tavşanın Peşinde 5 Yıl” adlı fotoğraf sergisine yetişin. Sergiyi 6 Kasım Pazar gününe kadar görün mutlaka.

Yedi yaşında küçük bir kız çocuğu Alice, kız kardeşiyle birlikte bir dere kenarında otururken, Beyaz Tavşan ile karşılaşır. Beyaz Tavşan, randevusuna geç kalmıştır ve kendi kendine söylenerek koşmaktadır. Alice merakla arkasından gider. Beyaz Tavşan’ın bir delikten içeri girdiğini görür. Tavşanın peşinden o da deliğe girer. Birdenbire bir kuyudan aşağı; derinlere ve daha derinlere doğru düşmeye başlar.

Fotoğraf sergisi “ Bir Tavşanın Peşinde” adını taşıyor. Başak Çetin, sergi için hazırlanırken, Lewis Caroll’un “ Alice Harikalar Diyarında” kitabından esinlendiğini belirtmiş. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı yararına hazırlanan bu sergiyle, ( beş yıl) peşinden koştuğu tavşan(ları) ve dağarcığında biriktirdiklerini bizimle paylaşmak istiyor; sergiden elde edilecek tüm geliri ise vakfa bağışlanacak.

Bu maceranın büyüsüne kapılıp Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Abidin Dino sergi salonuna giriyorum. Girer girmez:

Burada hepimiz deliyiz!

ve Sen!

Bir daha dışarı nasıl çıkacağını hesaba katmadan, kendini delikten içeri bırakmaya hazır mısın?” diyen bir yazıyla karşılaşıyorum.

Bu uyarı, kılık değiştirmiş bir açık davet aslında. Hayat, zaten sonunu bilmeden atıldığımız bir macera, deli olduğu söylenenler, üçüncü gözü açılmışlar; kimselerin görmediğini görenler değil mi?

Fotoğraflarla buluşmak için, kendimi delikten içeri bırakıyorum. Duvar üzerine yerleştirilmiş fotoğraflar, hem kitabın kurgusuyla uyumlu, hem de adım attığımız salondaki diğer fotoğraflarla karşılaşmaya hazırlıyor bizi.

Salonda sergilenen fotoğraflar, canlı renkleriyle beni içlerine çekiyor hemen. Başak Çetin, aldığı mimarlık eğitiminin sağladığı iç görüyle, fotoğraf ve mekân ilişkisini de göz önünde bulundurarak sergiliyor fotoğraflarını. Fotoğraf, sergilendiği mekândan bağımsız düşünülemez çünkü. Fotoğraf, ona bakan göze, içinde bulunduğu mekân ve sergileniş biçimi, kadrajının yatay ya da dikey oluşu; çerçevesi ya da çerçevesizliğiyle de bir şeyler söylemek ister.


Başak Çetin, meraklı, heyecanlı ve tutkulu; ömür boyu bir şeyler öğrendiğimiz bu yolculukta, kendisine “ heyecanlı” kontenjanı ayrılmasını talep eden bir fotoğrafçı.

Doğa ona baktığı her şeyde “fotoğrafı” görecek göz vermiş. Gördüğü şeylere karşı ilk tepkisi heyecanla ve sevinçle “ Ah, ne güzel!” demek oluyor. Bu duygu harekete geçiriyor Başak Çetin’i, kendisini heyecanlandıran şeylerin fotoğrafını çekiyor, onların peşinden gidiyor.

Başak Çetin, gözünü fotoğraf makinelerine emanet edecek; onlara “ Yutmi” ve “Yutmi Jünyır” adlarıyla kişilik katacak kadar da alçakgönüllü bir fotoğrafçı.

Hatta Yutmi, bu hayatta görüp geçirdikleri sebebiyle, “ vertigo” sahibi olacak kadar hassas – ona fotoğraf makinesi demeye dilim varmıyor- bir kişilik.

Salonda dolaştıkça estetik düzeyi yüksek, insanı coşturan, dengeli ve hikâyesi olan fotoğraflar görüyorum. Kimi zaman hikâyenin ayrıntıda gizli olduğunu gösteriyor bu fotoğraflar bana. Kendimi bir karınca gibi hissediyor, beni kuşatan koskocaman dünyaya şaşkınlıkla bakıyorum. Çöpün içindeki renk cümbüşünün müziğini dinliyorum. Bir fotoğrafta renkleri tersine çevirmenin, diğerinde hataya doğru gibi, bir başkasında dünyaya tepe taklak bakmanın keyfini çıkarıyorum. Başak Çetin’in evreni içinde yeryüzündeki bütün insanlar, hatta sualtındaki bütün canlılar ve gökkuşağındaki bütün renkler mevcut.

Başak Çetin, heyecanını, sevincini ve tutkusunu bana da geçiriyor; yaşamın o biricik anlarıyla temas etmemi sağlayarak eşsiz deneyimler yaşatıyor. Gözüm gönlüm açılıyor, içim genişliyor. Benzersiz bir doygunluk duygusuyla doluyorum; fotoğraflar dokunabileceğim kadar yakınıma sokuluyor. Kendimi bambaşka biri gibi hissederek çıkıyorum salondan dışarı.

Bu fotoğraf sergisi, gördüğüm fotoğrafların yanı sıra, bir kitaptan ilham alan sergileniş biçimiyle de göz dolduruyor, fotoğraf sergileri içindeki özgün yerini alıyor.

Şimdi sıra sizde! Sergiyi gezenler, çok hoş bir şekilde tasarlanmış, sergideki fotoğrafların ve Yutmi’nin yazılarının da yer aldığı kitabı ve küçük boyutlarda özel olarak hazırlanmış diğer fotoğrafları da alabilirler.

Alice’i küçüklüğünden beri tanırım. Ev diye adlandırabileceği bir yer istedi daima.” diyor Beyaz Tavşan. Başak Çetin’i yaklaşık iki yıldır tanıyorum. Tanımaktan mutluluk duyduğum bir fotoğrafçı; o da benim tavşanlarımdan.

Beyaz Tavşan: Harikalar Diyarını kurtardın Alice. Bahçedeki çiçekleri senin açtırdığını düşündüm.

Alice: Aaa, ben bunu asla yapamazdım. Sadece özel biri çiçeklerin açmasını sağlayabilir.

Prenses: Sana bir sır vereyim mi Alice? Özel olduğunu düşündüğü kadar özeldir insan.

Beyaz Tavşan: Birçok insan Harikalar Diyarı’na gelip gitmiştir ama yalnızca en özel olanlar, doğru bir şekilde anlamıştır ki…”

Alice: ‘Aşkı bulmalı!’ mı diyeceksin?

Beyaz Tavşan: ‘Kendini’ bulmalı insan!

Alice’in Harikalar Diyarında yaşadığı gibi, bir tavşanın peşinde başladığı beş yıllık macera sayesinde önündeki bütün kapılar kendine açılmış; Başak Çetin kendini bulmuş bu macera sonunda.

Girdiğim sergi salonunda, baktığım bu fotoğrafların derinlerine indikçe, aslında Harikalar Diyarı’nda olduğumuzu anlıyorum. Dünya, mucizelerle dolu, her gün onlarca şeye şaştığımız Harikalar Diyarı değil mi aslında? Niye renklerini kaybedip, tatsız tuzsuz bir yermiş gibi görünüyor ki bazen?

Başak Çetin, fotoğrafları aracılığıyla bize, herkesin kendini bularak “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe” ve rengârenk yaşaması gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde “Peşinden koşacağınız tavşanlarınız hiç eksik olmasın.” diye diler miydi bizim için?

 

“Bir serginin ardından” için 13 Yorum

  1. yasemin şenyurt Diyor ki:

    O kadar çok şey yazmak istiyorum ki ama toparlamam lazım. Yutmi’yi ve seni tanımanın mutluluğu, böyle bir sergiyi yaşayabilmiş olmanın heyecanı (çünkü bu sergi gezilemezdi bana göre, yaşanırdı) ve sır gibi sakladığın kitaba dokunmanın, içindekilere özenle bakma isteğimin tarifi yok…

  2. servet şengül Diyor ki:

    Başakcım, her şey o kadar güzel ki diyecek bir şey kalmıyor.
    Çakışmalar müthiş. Açıklanabilir gibi değil.
    Dostlarının, sevenlerinin ve senin aklnıza, fikrinize sağlık.
    Nice güzelliklere, sevgiyle.

  3. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Kısa bir cümle:
    Teşekkür ederim NURGÖK ÖZKALE… :-)))))

  4. Hanife Altuntaş Diyor ki:

    Gelemedim, göremedim. Ama gönlümüzün bir yanı güzel şeylerin uzaktan da olsa yanındadır ya hep.Öyle bişey oldu galiba. Yolun açık olsun hep.Sevgiler.

  5. Nurgök Diyor ki:

    Hiiiiiii, sergi gibi bu paylaşım da harika olmuş Başak!cığım. Senin ve emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Ben de teşekkür ederim herkese. Başka güzel vesilelerle bir araya gelmek üzere sevgiler.

  6. ukuseyhan Diyor ki:

    Başak’cığım Merhaba

    Yürekten kutluyorum , çok duygulandım harikasın sergiye gelemedim kitabı, fotografları görmeyi çok isterim.

  7. Saniye Özsan Diyor ki:

    Başakcım, yol yorgunu ve 3 saatlik gece uykusu ile geldiğim serginin hikayesini, bu güzel yazını okuduktan sonra kafamda daha iyi bir şekilde oturtabildim. Serginin ve kitabın arkasında özenli bir emek olduğu çok açık. Keşke sergiyi 3 tur daha gezseymişim. Sevgiyle kucaklıyorum seni.

  8. ibrahim Diyor ki:

    Tebrikler, tebrikler, tebrikler 🙂 Beklediğimiz sergiye nihayet kavuştuk, güzel ve başarılı eserlerini güzel bir sunumla bizlere kavuşturdun. Biliyorum ki bunca yıllık arşivini yansıtmaya yetmez bu sunumlar ve dilerim ki bir dahakine tüm binayı dolduran bir çalışma yaparsın :))

  9. Fulya Uzer Başgül Diyor ki:

    Sevgili Başak tek kelimeyle harika:)

  10. Zeynep Diyor ki:

    Orada olduğum ve başarına, heyecanına ortak olabildiğim için şanslıyım. Nice böyle güzel sergilere… Sevgiyle…

  11. Zafer Diyor ki:

    İlmek ilmek dokunmuş, her noktası düşünülmüş, fotoğraflar ışıkla ve düzenle taçlandırılmış: Harika olmuş.
    Tüm yardım edenlerle birlikte emeklerinize sağlık.
    Sevgiler…

  12. Necla Diyor ki:

    Heyecanı, yaşananları pek güzel yansıtmışsın buraya… Gelemeyenlerle paylaşacağım. Zehra, Dilmen, Nurgök ve emeği geçenlerin ellerine sağlık…

  13. Pınar Doğan Diyor ki:

    Sen sergi açmaya devam et, bizler de hep gelelim:))

Yorum Yazın