Yutmi

Bir kitap ve Hindistan’ın acaip işleri… :)

Mart 30 2012

Bugün size bana hediye edilen bir kitaptan, “Hint Gece Müziği” adlı kitaptan bahsedeceğim… Berna gibi Senem de bana Hindistan ile ilgili güzel bir sürpriz yaptı. Berna Hindistan’a gitmeden önce bir Hintli yazarın kitabını hediye etmişti, Senem de döndükten sonra  İtalyan bir edebiyatçının Hindistan’da geçen bir kitabını hediye etti. Her ikisini de keyifle okudum. Ancak İtalyan edebiyatçı Antonio Tabucchi’nin “Hint Gece Müziği” adlı kitabı Hindistan’da geçtiği ve tam da benim gezimin üzerine geldiği için Hindistan yazı dizisi içinde yer vermek istedim. Kitabı, Senem’den önce 🙂  bir solukta okudum. Ve biliyorum o da bir iki güne kalmaz okuyup yorumlarını yazacaktır. Ayrıca Senem’in iyi bir okur ve iyi bir kitap eleştirmeni olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Kitaptan bahsetmeden önce her ikisine de teşekkür etmek isterim. Berna da Senem de öykü yazan ve düzenli olarak birlikte film izlediğim arkadaşlarım. Onların Hindistan macerama değişik yollarla katılıyor olması beni çok mutlu etti. Aslında yaşadıklarımı paylaştığım herkesin bu yolculuğa bir biçimde katıldığına inanıyorum. Onun için de Yutmoğraftaki paylaşımlarımı seviyorum. Kimi yorum, kimi yaşadıklarını yazarak, kimi de Yutmoğraf’a yazmasa bile okuyarak, izleyerek katıldı bu yolculuğa. Değişik zamanlarda, değişik mekanlarda, değişik insanlardan aldığım geri bildirimlere dayanak söylüyorum bunu ve bu gerçekten beni en az oraya gitmek kadar heyecanlandırıyor. Ve bu paylaşımlarda aktaran yalnızca ben olmuyorum. Duygularını aktaran arkadaşlarla duygularımız birleşiyor ve çoğalıyor, bilgilerini aktaranlarla da bildiklerimiz… Bundan daha değerli ne olabilir? İşte bunun için Yutmoğraf benim hazine sandığım… 🙂

Ben kitaptan bahsedecektim değil mi? 🙂 Hep böyle oluyor, giriş bölümü esas yazacaklarımdan daha uzun sürüyor 🙂

Öncelikle kısa bir özet geçeyim; Kitap, Hindistan’a giden bir edebiyatçının, izini sürdüğü biri üzerine geçen bir kitap. Kimin izini sürdüğünü söylemeyeyim, okuyacak olan olursa haksızlık olur 🙂

Senem kitabı daha edebi bir açıdan ele alacaktır zaten. Ben, kitapta beni etkilen bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Bir kere hikaye Güney Hindistan’da geçiyor ben oraları görmedim. Bir de yazar çok şık, çok pahalı otellerde kalmış, ben onları da görmedim 🙂 Öyle yerler yok değil var da bizim paramız oralarda kalmaya yetmedi 🙂

Bununla birlikte sokaklarda yazarın gördüğü Sadhu’lar, duvarlardaki çiğnenmiş betel (yeşil bir yaprak içine sarıp ön dişleriye çiğneyip sonra tükürdükleri bir çeşit uyuşturucu) tükürük izleri, korkunç trafik, benim için hiç de yabancı değil artık… 🙂

Kitabın bir bölümünde, arkadaşı olarak tanımladı kişiyi arayan yazara, Hintli doktorun söylediği söz, bir anda tüylerimi diken diken etti; “Hindistan’da çok insan kaybolur. Bunun için özel yapılmış bir ülkedir.Bu cümleleri okuduğum an, Hindistan’a gitmeden önce duyduğum en büyük iki korku ile yüzleştim. Nedense benim de Hindistan’da kaybolma ve hasta olma korkum var. Benim ki fiziksel olarak kaybolma korkusu. Oysa oradaki bazı insanları gördükten sonra bunun bir de tinsel kaybolma boyutu olabileceğine inandım. Yazarın Zuari Otelinde gördüğü sarışın kadın, Rishikesh’de gördüğüm beyaz tenli, sarışın kadını -sanıyorum Avrupalıydı- hatırlattı bana. Çok da yeri geldiği için o fotoğrafı koymadan geçemeyeceğim. Bir de Hindistan’da hasta olacağım diye ödüm kopuyordu. Ve romanda  okuduğum hastaneden sonra korkularımda ne kadar haklı olduğumu bir kere daha gördüm.

Yine kitapta geçen bölümlerden birinde, yazarın gittiği, sefaletin kol geziği, “Kafesler Mahallesi”sinden bahsederken kurduğu cümle oldu; “Fotoğraflar göze görüneni bir dikdörtgen içine kapatırlar. Çerçevesiz görünen ise bambaşkadır. Üstelik bu görünenin pis bir kokusu vardı. Daha doğrusu, bir sürü pis kokusu vardı.” Gerçekten de Hindistan’ın alt kastlarını, hatta dokunulmazlar adı verilen kayıt dışı olduğu kadar insanlık dışı yaşayan kesimini anlatırken bundan daha güzel bir ifade kullanılamazdı. Belki de benim fotoğrafa olan ilgimden olabilir ama yazarın anlatmak istediğini acı ama çıplak gerçeği tüm benliğimle hissettim.

Diğer çarpıcı bir bölüm ise “Ne yapıyoruz bu gövdelerin içinde?” sorusu ile gelen, bir Jainist’in yazarla arasında geçen sohbetti. Jainizim Hindistan’daki en ilginç dinlerden biri. Onun için hazır kitapta da bahsetmişken ben de anlatmadan geçmek istemedim. Jainler, yani bu dinin mensuplarından bir bölümü         (Digambara mezhebindekiler) anadan üryan dolaşıyorlar. En ilginç olan özellikleri bu olmakla birlikte tek özellikleri de bu değil tabii. Şiddet karşıtı olmaları, herhangi bir canlıya zarar vermemek için gösterdikleri aşırı özen, ki bu durum yiyeceklerini de çok etkiliyor… Jainizmi merak ettiyseniz, rehberimiz Zafer Abi’nin sitesine bakabilirsiniz http://www.hindistangezi.com/?sayfa=jain Ya da Hz.Google’dan daha ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Biz de oradayken bir Jain tapınağına gittik ama siz sormadan ben yazayım hiç Digambara mezhebinden Jain görmedik 🙂 Yalnızca fotoğraflarını gördük. Her ne kadar esas merak konusuna ait olanlar olmasa da ben yine de tapınakta çektiğim bir kaç resmi sizlerle  paylaştım 🙂


“Bir kitap ve Hindistan’ın acaip işleri… :)” için 16 Yorum

  1. Nur Diyor ki:

    Mecburen bu kitap ta alinacak artik…

  2. gökhan çetin Diyor ki:

    Merhaba Başak,
    Seni üzmek istemem ama ne ilginç bir tesadüfki,sen tabucchi nin kitabını okurken o hayatının son günlerini yaşıyordu ve 25 mart’ ta vefat etti.yazını okudugumda birden irkildim ,herhalde bir sanatcının en mutlu olacagı an son nefesinde yapıtlarını okuyanların ,seyredenlerin ,dinleyenlerinin olmasıdır.
    gökhan

  3. basak Diyor ki:

    Gökhan’ın verdiği ölüm haberi beni de şaşırttı. Daha doğrusu kitabı okuduğum zamanlara denk gelmiş olması gerçekten ilginç. Gökhan’ın da haberi okuduğu Metmet Yılmaz’ın köşe yazısından, yazarla ilgili bölümü buldum ve aktarmak istedim. Yazarın anısına;
    “Antonio Tabucchi, Pisa’ya yakın bir kasaba olan Vecchiano’da büyükannesi ve büyükbabasının yanında büyüdü. Üniversite yıllarında Avrupa’ya pek çok kez seyahat etti. Bu seyahatlerde amcasının zengin kütüphanesinde tanıdığı yazarların izini sürdü. Paris’e yaptığı bir yolculukta, Lyon Garı’nda bir gazete bayiinde Fernando Passoa’nın kullandığı isimlerden biri olan Alvaro de Compos imzalı Tabacaria adlı şiir kitabına rastladı ve hayatı değişti. “Bir kitap okudum, hayatım değişti” sözü sanırım en çok ona yakışıyor.
    Sorbonne Üniversitesi’nde Pessoa’nın eserlerini tanıdı ve büyülendi. Öyle ki İtalya’ya döner dönmez şairi daha iyi anlamak için Portekizce öğrenmeye başladı. Daha sonra Lizbon’a giden Tabucchi, “fado”nun kentine ve Portekizceye tutkuyla bağlandı. Portekizcesini geliştirdi ve Bologna’da Portekiz Dili ve Edebiyatı üzerine dersler vermeye başladı. Ve yılın altı ayını geçirdiği Lizbon’da uzun bir hastalık sonrası yaşamına veda etti. “

  4. Necla Diyor ki:

    Çok etkileyici…

  5. Erdoğan Diyor ki:

    ellerine sağlık 🙂

  6. SEVİM Ş. Diyor ki:

    Başak , senin Hindistanla ilgili olan yazılarını okurken farklı bir boyutta hissediyorum :)))
    İlk fırsatta bu kitabı okumak isterim, sağol
    Buda gerçek olamaz dedirtecek kadar gerçekler biliyorum….
    Ağzına , kalemine sağlık ..

  7. Zehra Diyor ki:

    Heyoooo, haftasonuna yeni bir yazı ile girmek de güzel 🙂 Anlattıklarından gördüğüm kadarıyla ilginç bi kitaba benziyor; ayrıca deneyimlenen yerleri kitapta okumak insanı daha bir içine alıp, onu daha anlamlı hissettiriyor di mi ama 🙂 Umarım bir gün Güney Hindistan’ı da görürüz …

    Kaybolma vakası deyince, ben şu ana kadar pek (hatta hiç) duymamıştım ama dün Rishikesh’te kaybolan bir Avrupalının ilanını gördüm aşramdaki tanıdığımın sayfasında…Üstüne senin yazın da gelince ilginç bir rastlantı oldu. Rishikesh bence fiziksel anlamda pek kaybolunacak bir yer değil ama ruhsal anlamda pekala insana kendini öyle bir kaybettirir ki…Ancak o kaybolmuşluk duygusu insanı korkutmayan, hep özlenen bir kaybolmuşluk duygusudur 🙂 Fotoğrafını koyduğun beyazlı kadının da ifadesi çok farklı, bir fotoğrafını daha koymuştun zaten. Belki de Rishikesh insanı böyle yapıyor 🙂 Yutmografi’nin Rishikesh’e özel bölümünü de yakında göreceğiz, değil mi Başakçım? 😉

    Buradaki fotoğrafların da çok güzel :)) Sarnath’taki Jain tapınağı değil mi burası? Mahavira ve önündeki sari’li kadınlar süper çıkmış.

    Yenilerini de bekliyoruuuzzz…. 🙂

  8. basak Diyor ki:

    Güney Hindistan… 🙂
    Neden olmasın ? 🙂
    Jainlerin tapınağı senin de söylediğin gibi Sarnath’taki Jain tapınağı…
    Rishikeh ve aşramlar ile ilgili bir bölüm yazmayı düşünüyorum.
    Ama yaz yaz bitmedi bu Hindistan da kardeşim :)))
    Ve ben hala Hindistan’da kaybolmaktan korkuyorum :)))

  9. Sema Kesen Diyor ki:

    Kitap icin DNR’a baktim ama yoktu. Listelerinde de yoktu. Bu yeni bir kitap mi? Piyasada hangi kitapcilarda bulabiliriz? Sevgiler

  10. basak Diyor ki:

    Sema’cım bunu bana Senem Dost kitap evinden yeni aldı bildiğim kadarıyla.
    Dost kitabevine baktın mı?

  11. hakan UZUN Diyor ki:

    Eline sağlık ;)..

  12. ayşe gaffaroğlu Diyor ki:

    Necla’nın fikirlerine saygım sonsuz. Hemen okuyacağım. Benim romanım “BİR KAŞIK MUTLULUK” için de böyle bir paylaşım isterim

  13. senem Diyor ki:

    Başak’çım hakkımda yazdıkların için çok teşekkürler, ne diyeyim, feci utandım, şımardım… Bu kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. İyi ki şimdi okumuşum. Çünkü senin Hindistan hakkındaki yazıların ve fotoğrafların sayesinde kitabın içine daha çok girebildim. Kafamdaki Hindistan imgesi daha da genişledi, çoğaldı. Kitapta senin belirttiğin yerler bence de kitabın en etkileyici bölümleri. Bir de gittiği yerden Philadelphia’ya deniz fotoğrafları gönderen postacının hikayesi çok hoşuma gitti. Öyle “iyi bir kitap eleştirmeni” olmak gibi bir durumum asla yok da bir okuyucu olarak kitabın bende uyandırdığı düşünceleri yazmaya çalıştım. Yazı biraz uzun fakat sana söz verdiğim için ve belki kitabı okumak isteyenlerin ilgisini çekebilir diye düşünerek buraya ekliyorum. Herkese sevgiler…

    KAYIP ARKADAŞ
    “Hint Gece Müziği” bir yolculuk kitabı. Hindistan’a gibi görünse de aslında insanın kendine, içine doğru yaptığı bir yolculuk. Aramak/bulmak etrafında dönenen bir iz sürme… Ele aldığı konu itibarıyla yeni bir şey sunmuyor belki ama insanın belirsizliği, sınırsızlığıyla olayların geçtiği yerlerin yani Hindistan’ın bulanık, ele geçmez coğrafyasıyla kurduğu paralellik bence romanı okumaya değer kılıyor. Hindistan’ın sınırsız, bulanık, tekinsiz atmosferini ise belki de bizim yaşam biçimlerimizi altüst eden, alışkın olmadığımız bir başka yaşam biçimine verdiğimiz tepki oluşturuyor. Birden kendimizi bir kaybolmuşluğun içinde buluveriyoruz. Böylece romanda süregiden yabancı birini arayış başarılı bir biçimde bizim kaybolmuşluğumuza yöneltilmiş oluyor.
    Olaylar kahramanımızın Hindistan’da kaybolan eski bir arkadaşını, Xavier’i, aramak için Hindistan’a gelmesiyle başlıyor. Daha sonra iz sürücünün Xavier ve Magda ile İsabel isminde iki kadınla ilgili bölük pörçük anılarından yola çıkarak hikâyenin bizi bu isimlerin kim olduğuna, aralarında neler yaşandığına götüreceğini düşünürken hikâye bambaşka bir boyuta evriliyor. Ne anlatıcıyla Xavier arasında geçenleri, arkadaşlıklarının nasıl başlayıp nasıl sona erdiğini ne de Magda ile İsabel’in kim olduğunu öğrenebiliyoruz. Bu bölümün, “İtalyan Bülbülü” lakabından hareketle romanı çözümleyebilmemiz için bize küçük bir ip ucu vermek amacıyla yazıldığını düşünmek mümkünse de burada okura bırakılan geniş alan sayesinde, romanın, asıl hikâyenin yanında okurun zihninde çoğalan hikâyelerle de ilerlemesinin sağlandığı gözden kaçmamalı. Zaten romanın çözülüp kendini ele verdiği son bölümde geçen bir diyalogda yukarıda ismi geçenlerin kitabın çerçevesinin dışında bilerek bırakıldığı asıl hikâyenin bir başkasını arayan bir adamın arayışı olduğu vurgulanıyor.
    Bu, “çerçevenin içinde veya dışında olma” meseli, roman boyunca çeşitli biçimlerde kendini duyuruyor. Örneğin anlatıcı, sefaletini daha önce sadece fotoğraflarından tanıdığı “Kafesler Mahallesi” ne gittiğinde fotoğraftakilerden bambaşka bir mahalleyle karşılaşır. Bu doğaldır. Çünkü fotoğraflar göze görüneni bir dörtgen içine kapatırlar. Çerçevesiz görünense bambaşkadır. Çerçevesiz görünenin fotoğraflarda duyamadığımız bir kokusu vardır. Üstelik bu koku pis olabilir… Ya da kahramanın yolculuk sırasında tanıştığı bir Jainistin “Ne yapıyoruz bu gövdelerin içinde?” sorusuna verdiği “Belki de bavul gibidirler; kendi kendimizi taşırız” yanıtı da bu çerçeve içinde veya dışında olma durumuyla ilişkilendirilebilir. Burada bir çerçeve olarak bedenimiz yani fiziki, somut varlığımız yanında belli sınırlara hapsedilemeyecek ruhun varlığı bir ikilik yaratılarak ortaya konur.
    Gerçekten de insan her şeyi belli çerçeveler içinde görmeye meyillidir. Çünkü belli sınırlar içinde gördüklerimize bu sınırları, çerçeveleri kaldırıp baktığımızda bambaşka şeylerle karşılaşabiliriz. Belki de görmek, duymak istemeyeceğimiz şeylerle… Ötesi, insan bir anlamda çerçevelerle görmeye zorunludur da. Zira her şeyin belirsizleştiği, sınırlarının kalmadığı bir dünyada yaşamak kaybolmak demektir. Ama arayış da tam bu kaybolunan yerde başlar. Ne zaman aradığımızı yeniden bir çerçeve içine yerleştiririz o zaman rahat bir soluk alırız. Ama kitap burada sona eremeyecek bir arayıştan bahsediyor. Çünkü anlatıcının asıl yolculuğu kendinedir ve insanın kendini arayışının sonu yoktur. Kişi kendine en yaklaştığı anda yeniden kendine uzaklaşmak zorundadır. Çünkü arayışın sona erdiği noktada, fiziksel değil belki ama manevi anlamda bir ölüm başlar.
    Burada Tabucchi’nin de çok etkilendiği bir yazardan, Pessoa’dan bir şiirle yazıyı sonlandırmak istiyorum:

    BİR KAÇAĞIM BEN
    Bir kaçağım ben.
    Doğduğumda
    Kendime hapsettim
    Kendimi. Sonra kaçtım.

    İnsan sıkılırsa,
    Aynı yerde yaşamaktan
    Ben neden hep aynı
    Derinin altında
    Sıkılmadan yaşayayım?

    Ruhum peşime düşmüş
    Ama ben saklanıyorum,
    Umarım ne yerde, ne de gökte
    Bir türlü bulamaz beni.

    Yalnız kendim olmak
    Ya zindana kapanmak
    Ya da hiç olmak demek.
    Ben de kaçak yaşarım.
    Pekala yaşıyorum işte.

  14. basak Diyor ki:

    Senem’cim son derece dolu ve çok güzel okuyan bir insansın, şımarmayı hak ediyorsun, istediğin kadar şımar arkadaşım 🙂 Kitap hakkındaki yorumların, okuyacak arkadaşlar için bir fikir verecektir diye düşünüyorum. Ben şimdi de Pessoa’ya takıldım. Şiiri çok beğendim. Senin anlattıklarından sonra hayatı da ilgimi çekti. Okudukça yeni kapılar açılıyor… Bu sonu olmayan bir yolculuk 🙂 Bu yolculukta zaman zaman yolların kesişmesi de pek güzel bir duygu 🙂

  15. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Bu kızın yazılarına girdiğimde kayboluyorum… Kendisi yetmiyormuş gibi bir de bir sürü feylesof dostu var; oku, oku, dağıl, kaybol, şaşır, mutlu ol, düşün ki ne düşün, v.d…
    Sanki ben de mi bir KAÇAĞIM veya olmak istiyorum?..
    Ne güzel bir duygu!..
    Hele sinsice, kimseye çaktırmadan kaçabilmek…
    Üffff…
    Ne güzel bir his!..
    Herkes seni orada sanırken sen dünyanın başka bir köşesindesin ve ozanın dediği gibi vücudun bile bunun farkında değil ;-)))))

  16. Berna Diyor ki:

    Hindistan’a gideceğin belli olduğunda sanırım ilk öğrenenlerdendim, 15 gün demiştin ve ben “çokmuş” demiştim. Yazılara bakınca daha görecek ne çok şey kaldığını tahmin ediyorum. Seyahatin öncesindeki hevesine, merakına, sonrasındaki bilgine, dinginliğine şahit oldum. İçimi kıvılcımlarla dolduran yazıların, rengarenk fotoğraflarınla, Hindistanla, beni düşündürüyorsun. Biraz arkadan da olsa yazılarını hep merak ve ilgiyle takip ediyorum. Bu vesile Sevgili Senem’in yine neler yaptığını da gördüm!
    ahh ne diyeyim güzellikleriniz bitmesin işallah.
    Her yol bir başka yola, her kitap bambaşka bir dünyaya çıkar. Yine de insan kendini bulsun diye mi yuvarlak bu dünya?

Yorum Yazın