Yutmi

Tamzara Tam Manzara…

Ağustos 20 2014

Sabahın 6’sında çalan bir telefon alarmı ile uyandım. Sadece ben değil, sanırım herkes uyandı zira hemen solumuzda kalan Ülkü ve Pınar’ın çalan saatle ilgili konuşmaları duyuluyordu. Hepimiz uyanmıştık uyanmasına da saatin sahibi uyanmamıştı çünkü saat bir kaç dakika sessiz kaldıktan sonra yine çalmaya başlıyordu.

İlk iş kapıyı açıp dışarı baktım. Yağmur dinmiş, güneş etrafı ısıtmaya başlamıştı bile. İşte buna çok sevinmiştim. Neden bu kadar çok sevindiğimi yazıyı okudukça daha iyi anlayacaksınız, zira ben de daha sonra anladım.

Sabah kahvaltısından sonra yolluklarımızı da hazırladık ve sanırım saat 8.30 civarındaydı biz kuzeye, Ali de güneye doğru yola koyulduk. Kayalar yaylası tabelasını arkamızda bıraktığımızda Şener’in ilk hedef olarak gösterdiği tepeyi görünce sanki imkansıza yürüyecekmişiz gibi geldi. Gideceğimiz yer ufuktaki son tepeydi… Fotoğrafını çekeyim dedim ama Yutmi bile “YOK ARTIK BEN ONU NASIL YUTAYIM BAŞAK, EL İNSAF” diye bana diklendi biraz. Ne yapayım siz de diğer fotoğraflara bakıp hayal etmeye çalışın artık hali pür mecalimizi :))) Aaaa tabi söylemeyi unuttum bugünkü rotamız Macahel ! Tabii bu rotanın bir kısmını yürüyüp, bir kısmını da araçla devam edeceğiz. Ama ilk önce o ufuktaki tepeye varana kadar bir kaç tepeyi aşmamız, sonra onların ardındaki yaylaya inmemiz, sonra bir o kadar daha tepe aşmamız gerekecek. Hem de yürüyerek… 🙁

Bu yürüyüşte bize Şener’le birlikte, elinden hiç bırakmadığı baltasıyla birlikte Hayati abi de eşlik edecek. Hayati abi küçükken menenjit geçirdiği için biraz konuşma zorluğu çekiyor ancak Lekoban bölgesini de avucunun içi gibi biliyor.

Dereler tepeler aşıyoruz o en yukarıdaki yola ulaşabilmek için. Su kenarlarında durup, buz gibi dağ suyu içiyoruz. Dönüp dönüp geldiğimiz yayalaya ve bulunduğumuz noktadaki manzaraya bakıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla ŞAHANE!!

Hayati abi koca at sineklerini avlamaya çalışıyor. Isırdığı ineği bile zıplatırmış bu sinekler. Şener bir tanesini yakalayıp uçamaz hale getirmiş, Yutmi de kaçırır mı fırsatı. O yayla yollarında, dere-tepe tırmanırken -dikkatinizi çekerim düz giderken demiyorum- yalnız değiliz… Kayalar yaylasının inekleri de peşimize takılmış, bizimle yürüyorlar. Hayati Abi kendinin olan 4 tanesini gösteriyor eliyle. En son tepe, bizi yola ulaştıracak ama en zorlusu da o… Gökhan’ın 85 derecelik tepeleri halt etmiş bunun yanında :))))

O tepeyi de tırmanıp tepenin öbür yüzünü görünce doğanın gücünü ve ihtişamını bir kere daha iliklerime kadar hissediyorum. Spinoza geliyor aklıma; O, Tanrı’nın doğa ile eş anlamlı olduğuna inanıyormuş, hiç de haksız sayılmaz bence. Şener yere uzanıp, önündeki manzaranın keyfini çıkartıyor. Birkaç tepe çıktık ancak şimdi de teee karşıdaki yaylaya ulaşabilmek için çıktığımız bu tepenin arka tarafına inmemiz lazım. Yayla evlerine gelmeden bir göl var önümüzde. Aslında iki tane ama diğeri hem küçük hem biraz daha yukarıda… Öğle yemeğini göl kenarında yiyeceğiz. Onun için tepede az dinlendikten sonra başlıyoruz tepe aşağı yürümeye. Tırmanırken keçi gibi olan ben, inişlerde bastonlu nine adımlarıyla ilerliyorum. Sanırım yalancı tepelerde Gökhan’ı dinlemeyerek hoplaya zıplaya tepeden inmenin bedelini ödüyorum. Dizlerim berbat 🙁

Göle yaklaştığımızda bir kara sinek istilasına uğruyoruz. Zafer bana ilerden el sallıyor. Asında herkes birbirine el sallıyor :))) çünkü herkes sinekleri kovalamaya çalışıyor. Göle ulaştığımızda bana bu sineklerden öyle gına gelmişti ki cinnete ramak kala Şener yardıma yetişti ve bana sıvı bir offf (sinek kovucu) uzattı. Kafamdaki şapkam, üstüm başım da dahil olmak üzere her tarafıma sürmemi salık verdi. Derhal yaptım ve ohhh en sonunda kurtulmuştum. Sineklerle öyle çok boğuştum ki göl kenarında Yutmi’nin karnını doyurmayı bile unuttum.

Yemekten sonra Mereta Yaylasına doğru yola çıktık. Orada da biraz soluklanıp, Şener’in gösterdiği diğer bir tepeyi aşacaktık ve onun da ilk aştıklarımızdan pek farkı yoktu… Ayak tabanlarım ve dizlerim bize de yazık demeye başlamışlardı. Bir de sırt çantam biraz ağırdı sanırım. Ama ağır olmasın da ne olsun. Hem benim hem de Yutmi’nin eşyaları vardı. Üstelik onun yağmurluğu benim yağmurluğumdan ağır… 🙂

Yaylaya inerken iki şeyin hayalini kurdum; biri soğuk bir ayran, diğeri aracın bizi bu yayladan alması. İkisi de gerçek oldu 😀 Yayla evlerinin oraya geldiğimizde Şener ortada yoktu. Bir köylü bize Şener’in telefon çeken tepeden telefon etmeye gittiğini ve bizim de evde dinlenebileceğimizi söyledi. Yaylaya ilk inen Ülkü’yle ben olmuştuk. Ve yayla evinin kapısında bizi karşılayan teyzeden, -hayatımda ilk defa- suyun dışında bir şey istedim; “ayranınız var mı teyze?”. Yok ama yaparım deyince öyle sevindim öyle sevindim ki anlatamam. Ve sanırım ömrü hayatımda içtiğim en güzel ayran bu ayrandı.

Ayranı içip yayla evinde az soluklandıktan sonra baktım Saniye ve Yıldız yürüyorlar, ben de ayak, diz filan demedim takıldım peşlerine. Oysa ikinci dileğim de gerçek olmuştu. Şener telefon çeken tepeye gidip, jipiyle gelip bizi alması için Mert’i aramıştı. Ama Saniye ve Yıldız, jip gelene kadar, yürüyebildiklerince yürüme kararındalardı. Bu bölgeler konusunda Saniye’nin deneyimli olduğunu bildiğim için ben de O ne yaparsa onu yapmanın boşa gitmeyeceğini hissediyordum ve nitekim öyle de oldu. Fotoğraf çektiğim için biraz geride kalmıştım ama onları takip ediyordum. Saniye ve Yıldız, yanlarında iki teyzeyle yokuş yukarı yürüyorlardı. Teyzeler telefon tepesine gidiyorlardı. Gerçekten de tepeye vardığımızda (tepe dediysem de ilk tepecik… küçük Bir şey yani :))))…) iki teyze daha telefonla konuşuyordu. Bu iki teyzeden başka dikkat çeken şey ise o muhteşem manzara oldu. Yaklaşık 1 saat yürüdük sanıyorum. Hem manzara muhtesemdi hem de zaman zaman bizi şaşırtan doğa… O sıcakta buz kütlesi bile gördük… Yol kenarlarındaki kır çiçeklerinin zerafetini ise anlatamam. Yutmi bile anlatmayı başaramadı bu sefer. Öyle güzel öyle güzellerdi ki. İğne oyası gibi yolun kenarını süslemişlerdi. Sıcak basmıştı ama dağların görüntüsü insanın içini serinletiyor ancak susuzluğunu engellemiyordu 🙂 Bir ara Yıldız’ın suuuuu diye inlediğini duydum ama neyse ki Saniye imdadına yetişmişti  🙂

Jip bizi almaya geldiğinde “işte şimdi macera başlıyor” dedim. Jipin tepesinde biri Şener olmak üzere iki kişi vardı. Önde bizden 4-5 kişi oturuyordu, kalanlarsa arka kasadaydı. Yollar çok dar değildi -zaten dar olan kısımlarına ben bakmadım bile- ama oldukça bozuk ve bir tarafı ciddi uçurumdu. Jip zıpladıkça ben de tutunduğum demirle bütünleştim. Neyse ki Zafer ve Ünal’ın konuşmaları bizi öyle çok güldürdü ki yolun yarısı çabucak geçti. Tamzara tur, bize uçurum manzaralı bir safari yaptırıyordu 🙂  Yolun düzleştiği bir yerde jip yoldan çıktı ve araziye daldı. Biz önce kontrolden çıktı sandık meğerse orada bir çeşme varmış, hem su alalım, hem de Gürcitan sınırına yürüme mesafesi 20dk. mesafedeymişiz, orayı da görmek ister miymişiz? “SINIR” … Saatlerdir uçurumun kenarında gittiğimiz  dikkate alınacak olursa bu sözcüğün bir çok anlamını yaşıyorduk zaten… 🙂 Jiple geçtiğimiz yollar bize sınırda yaşamanın ne demek olduğunu çok güzel öğretiyordu, bir de Gürcistan sınırı görmüşüz çok mu?  🙂

Ülke sınırlarını oldum olası anlamsız ve gereksiz bulmuşumdur. Ancak Gürcistan sınırı o bildiğimiz askerli, dikenli telli, mayınlı bir sınır değildi. Ve bu sanırım yalnızca bu bölgeye özel… Örneğin gezinin başında da yüzen adalara giderken geçtiğimiz sınır hiç de böyle bir sınır değildi. Askeriyle, dikenli teliyle basbaya bir sınırdı işte.

Burada ise sınırı belirleyen tek şey, bitki örtüsünün içinde açılan yoldu. Evet evet yandaki fotoğrafta gördüğünüz, Gürcistan-Türkiye sınırı işte. Yalnız sınırı geçtiğinizi gören olursa ya da Gürcü askerine yakalanırsanız 2 gün nezarette kalabiliyormuşsunuz.

SINIR ! Bu konuyu aklımın keçilerine ve Wittgenstein’a havale edip ben tekrar Karadeniz’e dönüyorum. Gürcitan sınırını da gördükten sonra safarimize devam ediyoruz. Yaklaşık 2 saat süren jip yolculuğundan sonra toza dumana belenmiş bir biçimde Macahel’de kalacağımız otele varıyoruz. Otelimiz benim beklentilerimin üzerinde bir otel. İki gece buradayız sonra ver elini Batum.

İlk iş kendimi duşa atıyorum ve üzerime sinen, toz, toprak stres ne varsa yıkıyorum. Güzel bir akşam yemeği ve o uçurumlardan sağ sağlim gelmiş olmanın verdiği rahatlamayı bir duble rakı ile taçlandırıyorum.

Yemekten sonra Machel ile ilgili bir belgesel izliyoruz. Ve bilmediğimiz çok şey öğreniyoruz. Macehel’in kışın geçit vermez dağlarını, o nedenle köylülerinin gelişen meziyetlerini, Kafkas kraliçe arasının ne kadar özel bir arı olduğunu ve soyu tükenmekte iken, yapılan çalışmalar sonucu Macahel’e nasıl bir kazanç getirdiğini… Bir arkadaşım benden Macahel balı istemişti. Buradan kendisine sesleniyorum; ne yazık ki arılar henüz yeni bal üretmemiş ama bağlantı adresini benden alabilir 🙂

Belgeselden sonra ben odaya çekiliyorum ama öyle yorgunum ki tek satır yazabilecek durumda değilim. Saati 5.30’a kurup yatıyorum. Geç saatte yenilen yemek ve sınırda yaptığımız yolculuktan olsa gerek, korkunç rüyalar görüyorum. Tabii onlara rüya değil karabasan denir sanırım.

Bu kabuslar sabah 5.30 da kalkmama yarıyor. Zira hava kapalı ve yağışlı olduğu için normal şartlarda bu kadar kolay uyanamazdım. Evet bu sabah kapalı ve yağmurlu bir havaya uyandık bakalım günün gerisi nasıl olacak?

“Tamzara Tam Manzara…” için 9 Yorum

  1. Nursan Esen Diyor ki:

    Selam Başak.
    Gezilerini zevkle okuyorum. Bu kısım özellikle ilgimi çekti. Ben çocukken bir okul şarkısı söylerdik onu hatırladım. (Tamzaradan gece geçtim. Karlı buzlu sularından içtim) diye. Tabii bunu okul şarkısı melodisiyle oku. belki annen de hatırlar. Tamzaranın Karadenizde bir yer olduğunu bu yaşımda senden öğrendim ve çok sevindim. Uğruna şarkı yazılacak kadar yeşil ve herhalde kışın soğuk bir yer.
    Diz ağrılarını atlattığını umarım. Güzel gezilerini paylaşmak dileği ile sevgiler.

  2. Zehra Diyor ki:

    Çok güzel fotoğraflar ve maceralar 🙂 Sınır çizgisi ilginç, o beyaz yapı buz kütlesi mi? Bu arada Tamzara Tur’un ismi ve sloganını çok sevdim 🙂

  3. Saniye Özsan Diyor ki:

    Başakcım, ben seni seneye de güzel yerlere götürürüm. Ne güzel anlatmışsın! O sıcakta nasıl çıktık o yokuşu? Macahel’in güzelliğine ulaşabilmek için elbette. Cipin üzerinde oturan iki Şener’e “Siz orada nasıl sabit duruyorsunuz? Emniyet kemeri gibi bir şey yok mu?” diye sorduğumda, “Var elbette, bağladık bile” diyerek, ayaklarını dayadıkları demire bağladıkları ayakkabı bağlarını gösterdiler.
    Dün akşam İZ kanalında üst üste 2 program izledim. Birisi Fransız aşçı Olivier’in Yemeğin Yolculuğu programı. Macahel, Maral şelalesi,İremit cami, Efeler, Lekoban yaylasını içeren programda, Adem’in annesi ile evlerinde yemek pişirdi.
    Hemen ardından Balın Hikayesi programı vardı. Yine o güzelim Maral köyünde karakovan balını nasıl topladıklarını gösteriyordu. Aaaaa, ah.

  4. Servet Diyor ki:

    Dağların ihtişamı karşısında insanın kendini sorgulaması acayip ve hoş bir duygudur. Evrendeki yerimizi tak diye önümüze koyar. Tartışmaya girmez. Cevap bile vermez. Sorarsan, seni sana söyler yeniden. Dağ insanlarının mütevaziliği de buradan geliyor sanırım. Burada aklıma gelen, kentsoylu insanları yılda bir kez bu dağlara zorunlu olarak çıkarmalı ki küçük dağlar yaratma hevesleri kırılsın.
    Tamzara deyince benim aklıma da Tamzaranın üzümü/ Dinle benim sözümü türküsü gelir hem de Picoğlu Osman söylemeli…
    Teşekkürler, sevgiler.
    http://www.youtube.com/watch?v=ci-Q3HHiYHI

  5. çekirgenin hocası Diyor ki:

    Sevgili Çekirge,

    Tam da küçük bir rahatsızlıkla eve ve yatağa bağlı kaldığım bir haftada yazını okuyunca nasıl yaşıyoruz, ömür nasıl geçiyor diye düşündüm… Cevap: Doğadaki tüm güzellikleri ” ISKALAMAKLA!.. ” Kendi adıma daha fazla doğada olacağım bu hesaplaşma sonrası… Sağol..

    Ölüm yıl dönümünde Turgut Uyar’la bitirmeli belki,,

    Sularsa akmak birgün birgün birgün
    Birgün dağlara çıkmak birer birer dağlara çıkmak birgün
    Çıkmak çıkmak birer birer birgün dağlara dağlara birgün
    Birgün birer birer dağlara
    Ah nasıl dağlara birgün
    Ey birgün
    Çiçek açmak birgün
    Dağlara dağlara birer birer dağlara

    Otları büyütmek birgün
    Birgün köyler kentler yıkanık damlar geri dönmek birgün
    Birgün yeni dönmek
    Birgün dağlara çıkmak birer birer çıkmak çıkmak
    Su yürümek güneş bilmek
    Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda
    Bitkin birgül bulmak ve geri dönenler birgün
    Ey yorgun atlar, sayı bilmiyen çocuklar
    Ey bütün hazır elbiseciler ey,
    Birgün olmak, küskün keşişlerden olmamak birgün
    Dağlara dağlara çıkmak sular köprüler sular birgün çıkmak
    Eski kaba arabalardan inip birgün çıkmak
    Dağlara dağlara dağlara başka hiç
    Birgün dağlara…

  6. basak Diyor ki:

    Evet Zehra’cım o beyaz buz kitlesi 🙂

  7. basak Diyor ki:

    Servet Abi yine uygun taşı gediğine koymuşsunuz 🙂 Umarım Tamzara Tur’daki arkadaşlar bu yazıları ve yorumunuzu (şarkısı ile beraber) görmüşlerdir.
    Teşekkürler…

  8. şener Diyor ki:

    Görmez olurmuyuz hepsini okuyoruz keyifle ellerinize sağlık.Son yazıdaki slogan süper…

  9. gokhan kocak Diyor ki:

    pek eylenmişsiniz Başak, harika 🙂 teşekkürler

Yorum Yazın