Yutmi

İnsanın İç yolculuğunun Mekanı; AŞRAM’lar

Nisan 13 2012

Rishikeh’e Aşramlarla devam edeceğimi söylemiştim. Aşramlarla devam edeceğim ama kendim de biraz ahkam kesmeden geçemeyeceğim bu bölümü 🙂 Tam da benim ilgi alanıma giriyor; insanın tinsel dünyası :)…

Aşramlar, bilgelerin ormanlarda veya dağlarda dünyanın telaşından uzak kalarak yaşadıkları yerler. Aynı zamanda bunlar bir çeşit eğitim merkezi. Bu tanım üzerinden bakılırsa Rishikesh’deki aşramlar konumu itibariyle pek de öyle görünmüyorlar.  Daha çok eski model tatil köylerini andırıyorlar. Ama şu da bir gerçek ki, sanırım yeri nerede olursa olsun, dünyanın her yerinden insanlar bu aşramlara huzur bulmak, arınmak (Arınmak, değişik konularda ve şekillerde oluyor. Bu da kendi içinde tek başına uzun bir yazı konusu ve de beni aşar) ve inzivaya çekilmek için geliyorlar. Ruh rehabilitasyon merkezi gibi bir bakıma. Aslında ben de iki sevmediğim huyumdan kurtulmak için aşrama gidebilirim; biri sabırsızlığım diğeri de son 4-5 senedir tanıştığım ve zaman zaman beni ele geçiren öfkem… 🙂

Neyse ben daha fazla konuşmadan, size benim için özel bir insan olan Yasemin Ünal ve Dubai havaalanında karşılaştığım Ukrayna asıllı Kazak, Lusya’nın aşramlar hakkında anlattıklarını yazayım.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki aşramlar gurulara (hocalarına) göre değişiyormuş. Hangi düşünürün, filozofun aşramına gidersen onun öğretileri üzerinden gidiliyormuş. Yasemin Abla daha çok Hindistan’ın güneyinde yer alan Sivananda aşramına gitmiş. Aşramlarda bizim bildiğimiz tatil köyleri ve turistik tesislerden farklı olarak, tesisteki yaşama birebir katılıyor olmak. Yani mutfak ve tuvalet temizliğinden tut, yemek yapmaya, ortalık süpürmeye kadar giden bir katılımdan söz ediyorum. Her sabah arken kalmak (sabah 5 sularında) ve yoga-meditasyon saatlerine katılmak bazı aşramlarda zorunluyken bazılarında serbest olabiliyormuş. İçki sigara hepsinde yasak. Ve tabii etrafı rahatsız edici uzun süreli ve yüksek sesli konuşmalarda.

Yasemin Abla ilk gittiği aşramda dışarı çıkma  kısıtlaması olduğu  için, ilk 3 günde sıkıldığını ve ne biçim yer burası dediğini, ama daha sonraları alıştıkça sevdiğini ve şimdi bir aşrama gittiğinde kendini iyi hissettiğini söylüyor.

Lusya Kazakistan’da yaşıyor ama bir kaç senedir düzenli olarak yılın bir kaç haftası aşramlara geliyormuş. Söylediğine göre, aşrama geldiğiniz ilk gün size bir program veriyorlarmış. Bu programda yoga, meditasyon saatlerinin dışında, ok atma, resim kursları ve başka aktiviteler de oluyormuş. Siz kendinize dilediğinizce bir program oluşturabiliyormuşsunuz. Örneğin Lusya yoga ve meditasyon dışında resim kursunu ve okçuluğu seçmiş. Bana, çocukken hiç iyi resim yapamadığını, annesinin bütün resimlerini düzelttiğini anlatmıştı. Oysa aşramda resim kursuna katıldığında, hocası (sanıyorum gurusu) ona güzel olanın içten gelen olduğunu ve esas güzel olanın yaptıklarının onu mutlu etmesi olduğunu anlatmış. Başkalarının beğenmesi için değil kendi için resim yapmasını söylemiş. O şimdi dilediğince ve özgür bir biçimde resim yaptığını ve kimse beğenmeyecek kaygısı gütmediğini anlattı. Bir diğer anlattığı şey de; bir gün bunların tek gözlerini bağlayıp tüm gün aşramın içinde öyle dolaşmalarını istemişler ve diğer gözün ne anlama geldiğini, tek gözle baktıkları zaman iki gözle bakıp da farketmedikleri şeyleri farketmelerini istemişler…

Benim anladığım, bu uzakdoğu öğretilerini orada birebir yaşıyorsun ve gurularla sohbet etme imkanı buluyorsun.

AAA azkalsın unutuyordum; orada Beatles aşramını da gördük. 

Yasemin Abla’nın ufak notunu da ekliyorum hemen; Beatles aşramı dediğin yer aslında Transandental Meditatiton kurucusu Maharishi Mahesh Yogi’nin aşramıdır.
Kendisi bir kaç yıl evvel öldü, fakat aşramları hala, Avrupa-Amerika ve Hindistanın bazı bölgelerinde çalışmaya, özellikle meditasyon ve Ayur Veda öğretisine uygun fiziksel arınma (detox) pogramlarına devam ediyor. Aslında Sivananda Aşramında da Ayur Veda’ya bağlı temizlenme (pancha karma), masaj hizmetleri YOGA ve meditasyon ve teorik seminerlerin yanı sıra veriliyor.

Onun da fotoğraflarını iliştiriyorum buraya. Terkedilmişti ama hala sağlamdı. Üstelik gerçek aşram mantığına uygun, ormanın içinde küçücük evler de vardı 🙂

     

Beatles’ın ruhsallığı keşfettiği ve bazı albümlerini yaptığı bu aşram , bugün milli park olarak korunuyor. Yukarıda gördüğünüz, üzeri dere taşlarıyla kaplı küçük evcikler, yukarıdan bakıldığında YIN-YANG şeklinde görünüyormuş. Dışarıdan da göründüğü gibi içleri de dairesel ve çok küçük. Yaklaşık 3mt.çapında. 

Bu Beatles aşramında bir de büyük bir bina vardı. Apartman gibi. Orası da  aşrama gelenlerin kaldığı odalardan oluşuyordu. Altta fotoğrafını görebilirsiniz. Bir de o binanın içindeki odalardaki duvar resimleri ve yazılar ilgimi çekmişti  onlardan da bir iki tanesini size getirdim 🙂

   

Hazır spiritüal (maddeyle ilgisi olmayan, manevi olan, tinsel. TDK.) bir ülkeden geliyorken ben de bu konuda bir kaç laf etmezsem çatlarım. Spiritüal alan reenkarnasyonla çok ilgili ve Hintliler de reenkarnasyon’a inanıyorlar. Aslında benim reenkarnasyon için söyleyecek bir şeyim yok. Hiç başıma gelmedi. Ya da geldiyse de farkında değilim ve nasıl bir şey olduğunu yaşayarak görmediğim için bir yorum yapamayacağım. Kitaplarda yazan neyse odur. Vardır, yoktur diyemem 🙂

     

Ama yaşarken ölmek ve yeniden doğmak nasıl bir şey az buçuk biliyorum. Farklı şekillerde, farklı boyutlarda da olsa bunu yaşamış insanlar tanıyorum, görüyorum. Gerçekten insanı derinden yaralayan, derinden acıtan şeylere karşın hayatta kalabilme gücünden, yeniden doğuştan bahsediyorum. Bir varoluştan… Ve hepimizin çevresinde var böyle insanlar 🙂 Hatta bu zombilerden biri de benim, ya da öyle olduğumu sanıyorum 🙂

Bu hayatta ölmek ve yeniden doğmak. Bunun için çaba  göstermek ve önce kendine inanmak gerekiyor. Size hiç olmadı mı? Bir acının, bir kaybın ardından sanki birden anlamsızlaşıveren bir hayatı yeniden anlamladırmaya çalıştığınız… Ve hatta bazen de o kaybettiğiniz kişi hala canlıyken, yaşıyorken… Ya da hiç farkında olmadığınız yönlerinizi keşfettiğiniz… Anne veya baba olduğunuz an… Ya da aşık olduğunuz… Aşık olduğunuz kişiden ayrılmak zorunda kaldığınız… Hiç olmadı mı? İşte bunların her biri bir çeşit yaşarken ölmek ve yeniden doğmak demek benim için. Bir çeşit dönüşüm belki. Zaten hiç bir şey durağan değil, devinim ve dönüşüm halinde. Benim söylemek istediğim büyük dalgadan sağ çıkabilmek 🙂

Şu günlerde elimdeki kitabın sahibi, Ayşe Gaffaroğlu’da okuduğum kadarıyla hayatı sil baştan kuruşlarıyla, yeniden doğabilenlerden…

Ya da bir can dünyaya getiren bir insan, aslında o canla birlikte yeniden doğmuştur bu dünyaya… Her doğum, anne olan için de yeniden doğuştur bence… Ve farkındaysa baba için de… Tıpkı haziranda ölüp, Temmuz’da doğan Hasan Hüseyin gibi…

Rollo May “Aşk ve İrade” adlı kitabında; “ Kadın, her aşk öncesi bakiredir ve her aşk sonrası annedir ” der. Bu sözü beni çok etkilemiştir çünkü ben de aşkın, insanın içindeki birşeyi doğurttuğuna inanıyorum. Ne olduğunu tam olarak tarif etmem zor ama bir çok duygunun, en yoğun halleriyle, bir çocuk saflığında dünyaya gelmesi gibi bir şey. Onun için de aşk acısının, çocuğunu kaybeden bir annenin acısından çok da farklı olmadığını düşünüyorum. Tabii bahsettiğim, sıkça rastlanan ve aşk sanılıp da yaşanan yanılsamalar değil…

Peki aşk, yalnızca insan için duyulan bir duygu mudur? Aşkla doğurganlık ve ölüm arasında nasıl bir ilişki vardır?

Siz kaşınmaya devam ederken ben toparlamaya çalışayım -nasıl toparlayacaksam artık böyle bir konuyu- ;  bir an için acıların içinde kaybolup, yaşarken ölmek ve sonra dişini tırnağını takıp hayata, yeniden doğmak belki bir Yutmoğraf’ın içinden…

Çok mu abarttım? 🙂 Neye göre?

Neyse öyle veya böyle, bir derlemede de denildiği gibi ; “ yaş akar/ gözüm sızlar/ ne kalır gerisine/ herkesin bir derdi var/ durur içerisinde”.

Sonra yeni bir güne uyanmak da bir çeşit yaşarken yeniden doğuş olamaz mı? Belki onun için bir çok dinde güneşi karşılama ve uğurlama törenleri yapılıyordur…

Tüm bunlardan bahsederken Hint’li şair ve yazar Tagore’a yer vermeden geçmek olmaz… Tagore’a daha geniş yer vereceğim , şimdilik bir iki satırla paylaşıyorum;

...İnsanın yapması gereken tek şey, eski alevler içinde yok olduğunda, bütün güzelliğiyle doğan, yeniyi hayal edebilmektir…” Gora

Rabindranath TAGORE

Tam ben bu satırları yazarken çok ilginç bir şey oldu -hala toparlayacağım bu arada 🙂 – . Çok sevgili okur-yazar arkadaşım Necla Hanım, bana Ahmet İnam’ın bir yazısını gönderdi. Ahmet Hoca bu aralar biraz rahatsız. Hem kendisinin bir an önce sağlığına kavuşmasını tüm kalbimle diliyor, hem de haberi olmayan sevdiklerini haberdar etmek istiyorum. Ahmet Hoca’nın yazısının konumuzla ilgisi ise tinsellik. Bir de Ahmet Hoca’nın tinselliğe bakışını okumak isterseniz;

http://www.aksam.com.tr/kalbimdeki-mikroptan-ogrendigim-6163y.html

Öyle veya böyle yaşarken de yeniden doğabilmek, bunun için çaba harcamak güzel… Son olarak, tüm bu yazdıklarıma çok farklı bir pencereden bakarak , yeniden doğuşu bana farklı bir anlam ve güzellikte ifade eden, Nazım’ın bir şiirinden bir kaç dizeyi sizinle paylaşmak istiyorum;

Demir

    Kömür

        ve şeker

ve kırmızı bakır

ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

        ve sahra

             ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı,

bir şafak vakti değişmiş olur,

           bir şafak vakti karanlığın kenarından,

                     onlar ağır ellerini toprağa basıp,

doğruldukları zaman.

Rishikesh’i bitiyorum artık. Ama son bir ki şey daha söyleyeceğim; Rishikeh, bizim Kaş’a benziyor biraz. Yani çarşıları, raftingleri ile Ganj’ı (çünkü Kaş, bir dalış merkezidir, Rishikesh ise bir rafting merkezi), değişik ülkelerden insanları ve restoranları ile bana orayı anımsattı. Tek farkı, içeriği ve içki olmayışı 🙂 Bir bira bile yok… 

Not: Bu yazıda ben bile dağıldım. Dağılmadan sonuna kadar gelebilen varsa tebrik etmek istiyorum 🙂

 

“İnsanın İç yolculuğunun Mekanı; AŞRAM’lar” için 16 Yorum

  1. Zehra Diyor ki:

    Yaaa Başak inanmıııcaksın, sabah Rishikesh kısmını tekrar okumuştum ve sabahtan beri de Shiva Shambo’yu dinliyordum! “Aşramlar’ı gönderir mi acaba” derken şimdi yazını gördüm!!! Heyecanla okuyacağım 😉

  2. Zehra Diyor ki:

    Yasemin Hanım’ı tanıyor musuun? Kendisini çoooooookk severim, eğitmenlik arkadaşım.. 2 haftada bir de görüşürüz :)) Ne hoş tesadüf!!!

    (okumaya devam…)

  3. Servet Diyor ki:

    Nerdeyim.. nereye gidiyoruz…bitti mi…devam edecek mi??????????????????????

  4. Zehra Diyor ki:

    Hindistan’da ilk kaldığım yer bir aşramdı; senin de burada giriş kapısının resmini koyduğun Parmarth Niketan aşramı 🙂 evet, yoga festivalinin yapıldığı yer! Çok keyif aldığım, kendimi yabancı bir yer değil de evimde gibi hissettiğim bir aşramdı. Hindistan’ın ruhsallığını daha iyi tanımak için belki de insanın bir aşramı deneyimlemesi gerekiyor… Burada yapılan her şey çok samimi, ruhani, mistik… ne diyim, ben başka hiç bir yerde bu duyguları hissetmemiştim sanırım. Bende bu kadar derin iz bırakmasında, festivalin getirdiği enerjinin de etkisi büyük olsa gerek. Aşram’ın ruhani lideri Swami Chidanand Saraswati de dolayısıyla tanıdığım ilk guru oldu. Akşamki ganga aartilerden sonra bir kaç kez onun bahçesinde görüşme fırsatımız oldu ( bu görüşmelere “darşan” deniliyor ). Böylece bir gurunun, ruhani özellikleri yanında nasıl içimizden biri gibi olduğunu, espriler yapan, gülen, eğlenen; kısacası Osho’nun dediği gibi “Dünya’da yaşayan ama Dünya’dan olmayan” biri olduğunu gördüm. Onun önderliğinde yapılan aartilerde baştan sona bulundun mu? Yeniden yaşamayı isteyeceğim, çok güzel anlardı 🙂

    Senin de bahsettiğin gibi, reenkarnasyon ve karma inançları sebebiyle şiddetsizlik (ahimsa) ilkesini uyguluyorlar; o yüzden sokaklarda bilimum hayvanları (inek, köpek, maymun) serbestçe dolaşırken görebiliyorsun, özellikle de Rishikesh’te. Yeniden doğum-ölüm’le ilgili düşüncelerini paylaşıyorum. Gün içinde bile defalarca ölüp yeniden doğmuyor muyuz? Belki fiziksel anlamda da bunu yaşıyoruzdur; kimbilir? 🙂 Onlar, samsara denen doğum-ölüm çarkından çıkmaya ve mokşa dedikleri özgürleşmeye ulaşmaya çalışıyorlar…Gördüğün o sadhuların, yogilerin tek amacı bu… Öz’ünü idrak edip samsaradan çıkmak ve bu dünya üzerinde yeniden bedenlenmemek…Umarım bu özgürleşmeyi hepimiz yaşarız 🙂
    Yeni yazı ve resimlerini bekleriz Başak 😉
    Bu arada, Rishikesh’ten ben de Tagore’un “Gitanjali”sini almıştım 🙂

  5. aysun Diyor ki:

    Hiç de dağılmadım, severek sonuna kadar okudum. Ormanın içindeki aşramlara bayıldım. Kuralları biraz daha gevşek olsa şu anda bulunmak istediğim tek yer olabilir. Teşekkürler Başakcım paylaşımın için.

  6. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Dağılacak bir şey yok ki gülüm :-)))
    Ama senin dağıldığın kesin ;-)))
    Lusya’nın “hocası (sanıyorum gurusu) ona güzel olanın içten gelen olduğunu ve esas güzel olanın yaptıklarının onu mutlu etmesi olduğunu anlatmış. Başkalarının beğenmesi için değil kendi için resim yapmasını söylemiş. O şimdi dilediğince ve özgür bir biçimde resim yaptığını ve kimse beğenmeyecek kaygısı gütmediğini anlattı.” cümleleri benim yalnız olmadığımı gösterdiği için bana çok keyifle okudum…
    Reenkarnasyon konusuna hiç böyle bakmamıştım ama mükemmel… Sonuna kadar hak veriyor ve katılıyorum…
    Benim bir yerlere gitmem gerek… (Şimdi ne ilgisi varsa!..)
    Not. Yukarıdaki fotoğrafın telif hakkını da bu arada rica edeyim ;-))))
    Öptüm canım…
    Heybetli ağaca selam söyle…

  7. basak Diyor ki:

    Hay allah ben de beni kim çekmişti diye düşünüyordum. Demek ki o fotoğraf size aitmiş. Neyse rahatladın walla 🙂
    Arkadaşlar, yukarıda gördüğünüz, içinde benim OM halinde olduğum ve arkam dönük fotoğraf çeken fotoğrafların telif hakkı Rüştü Abiye (Namı diğer Geçkin Gezgin) aittir ona göre 🙂

  8. Di Diyor ki:

    “Sadece bunu yapmakla olmuyor tabii :))” demişsin ya… Hele de bir önceki fotonun ardından seni görünce, “işte bu kesinlikle bir hint fakiri değil” dedim altyazıyı okumadan 😉
    (Evet, ben de sağ salim sonuna kadar okuyabilenlerdenim.)

  9. onur Diyor ki:

    ben de okudum, zevkle. özellikle, reenkarnasyon hakkındaki “bilmeme” yorumunu çok sevdim. rollo may’in kitabı da okumak istediğim ama unuttuğum bi kitaptı, meraklandım. ben bu kadar spirütüel olamıyorum ama uzaktan hoş görünüyor yine de 🙂

  10. Tamer Diyor ki:

    The Beatles’in Sgt. Peppers Lonely Heart Club Band albümünün birçok şarkısı bu aşramlardan sanırım. Bunu senin sayende öğrendim…
    Teşekkürler…
    Tamer

  11. Oya Hatipoğlu Diyor ki:

    Başak’cığım yine döktürmüşsün vallahi…..
    Büyük bir zevkle okudum. ” büyük dalgadan sağ çıkabilmek ” ve “insanın yapması gereken tek şey eski alevler içinde yok olduğunda, bütün güzelliğiyle doğan yeniyi hayal edebilmektir” sözleri çok etkileyici, bende buna inanıyorum vede her zaman olmasada yapmaya çalışıyorum.
    Kendinle ilgili yaptığın eleştiri de senin bunları değiştirmek istediğin apaçık ortada!
    Değişterebileceğine gerçekten inanırsan mutlaka yaparsın.
    Öpüyorum seni.

  12. Levent AK Diyor ki:

    Eline sağlık, imrendim gördüğün yerleri böyle dolu dolu anlatınca 🙂

  13. ibrahim şepitci Diyor ki:

    insanın ruh ve bedenden oluştuğu varsayımı sanırım bütün dünyada kabul görüyor, tüm mesele ruhu kavramak ve bedenle uyum içinde yaşatmak. bedenin gıdaya duyduğu ihtiyaç gibi ruhunda sanırım birtakım ihtiyaçları var, işte tam da bu noktada insanlık içinde birtakım problemler çıkıyor. bedeni ekmekle beslemek konusunda kimse tartışmıyor ama ruhu beslemek konusu tam bir karmaşa şu an için. bedenini tam beslemeyen yada “besilemiyen” hindistan ruh besleme konusunda sanırım baya kafa yormuş, yatırım yapmış. sonuçta herkes kendi ruhunu kendi algıladığı ve sevdiği damak tadında besliyor, kimiside ömür boyu diyet yapıyor. ilginç bir konu dalmadan çıkayım 🙂 hindistan yemekleri kadar ruh gıdalarıylada sende bir damak tadı bıraktı sanırım 🙂

  14. meral gürkan Diyor ki:

    başakcım ya sen ne müthiş bir kızsın öyle yazıların insanı bir anda içine çekiyor sadece iki dakika bloguna bir bakayım dedim yazılarının başında acele yapmam gereken şeyleri erteleyip oturup kaldım tatlım sen tanrının boş zamanında teker teker yeteneklerde donattığı bir şekersin gerçekten seni okumak ta tanımak kadar güzel seni seviyorum ve çok öpüyorum tatlım sevgiyle kal

  15. Şeyma Diyor ki:

    Merhaba.. Nasıl başlasam bilmiyorum.. Daha önce hiç aklımda olmayan bir ülke tutkum haline geldi resmen.. Sürekli hint filmleri izlerken, hintçe şarkılar dinlerken buluyorum kendimi.. Aslında itiraf etmeliyim ki bu tutkumda Aamir Khan filmlerinin etkisi olmadı değil.. Ne kadar fantastik ve gidip görülesi bir yer olduğu hissi uyandırdı bende.. Evet şimdilik benim için uzak bir hayal olsa da.. Ailemin arkadaşlarımın dalga geçmelerine maruz kalsamda bigün o ülkeye gidicem.. Orayı görmeden ölmek istemiyorum.

    İletişim için baktım ama bulamadım.. Size nasıl ulaşabilirim.. Belki sizle konuşmak fikir ve bilgi almak beni hayalime biraz daha yaklaştırıcaktır ve beni güçlü kılıcaktır.. Bana ulaşırsanız sevinirim çok.. Şimdiden teşekkürler.

    Buarada yazılarınız paylaşımlarınız muhteşem.. İnsanı dahada yüreklendiriyorsunuz.

  16. Göz Diyor ki:

    Sanırım biz ayni kafadanlar birbirimizi bulmaliyiz! !!*** Güzel paylaşımlar için teşekkürler Başak. Ben de bir yoga egitmeniyim ve çok güzel bir yoldan geçiyoruz hepbirlikte.

Yorum Yazın