Yutmi

MALDIVLER III.BÖLÜM

Ağustos 10 2008

Maldivlerde 3 günü geride bıraktık. Bugün “Beş Kayalar” adı verilen biryerde dalacağız. Bir daire çizin ve dairenin çemberine beş tane büyükçe kaya yerleştirin. Kayaların her biri yaklaşık bir evin salonu büyüklüğünde. Maldivlerdeki enteresan dalış bölgelerinden biri. Beş kayanın etrafı balık açısından zengin. Kayaların alt girintilerinde büyük orfozlar var. Ama bu bölgenin benim aklımda kalan, en canalıcı noktası akıntısı. Bu beş kayanın ortası nasıl akıyor biliyor musunuz… Ben orta yere geldiğimde akıntı çubuğumu sapladım bayrak gibi salınarak bekliyorum. Biraz yanımda Kubi de aynı şekilde. Azıcık soluklanıp kayaların etrafını tavaf etmeye devam edeceğim. Tam o sırda Sekerim gelip beni kolumdan yakaladığı gibi büyük kayanın arkasındaki akıntısız bölüme geçiriveriyor. Oh ne rahatmış. Dedim ya sayesinde çok konforlu dalışlar yaptım, Allah herkese Şekerim gibi bir badi nasibeyesin… Bu arada yanda fotoğrafını gördüğünüz kişi namı diğer Şekerim olan Oğuz Aroymak ve durduğu yer de demin bahsetmiş olduğum yer. Öyle sakin duruyor ki sanırsınız ben bu yazıyı başka bir yer için yazıyorum. Bu dalışta Neslihan’ı da çok taktir ettim. Sinan dalış öncesi Neslihan’ı akıntıda kendine bağlamak için özel kancalı ip yaptırmıştı ama hiç kullanmak zorunda kalmadı 🙂 Ayrıca Kubi de büyük bir sınav verdi. Hem akıntı dalışı hem de hava tüketimi bakımından benden tam puan aldı…

Beş kayanın etrafını tavaf ettikten sonra biraz ilerde ikinci bir reef var. Karşıya, o reefin tepesine gelip, dalışı sonlandıracağız. Bu arada görüş berbat. Biz gözümüz gördüğünce rehberi izlemeye çalışıyoruz. Tam karşı reefe ulaştık ki bir akıntı…. Ama nasıl akmak… Şekerim Ogus bir kayaya yapıştı ben onun yanındakine, ne oluyoruz diye birbirimize bakıyoruz. Geldiğimiz yöne bakıyorum kimse yok. Akıntının gittiği yönde birilerini görüyorum. Elinde şamandıra olan biri. Şekerim bana bakıyor ne yapalım diye. Ben son kez geldiğimiz yöne bakıyorum kimse yok. Bizim gruptan bir ikimiz kalmışız. Olduğumuz yerde durmaya devam edersek ileridekileri de kaybedebiliriz ve bu akıntı bizi dünyanın hangi bir yerine sürükler bilemiyorum. Yürü diye onların olduğu yönü işaret ediyorum gözümle. Elimizi bırakmamızla birlikte jet hızı ile onların yanına varıyoruz. Yaklaşık beş metredeler ve sosisi açmış bekliyorlar. Akıntı aniden kesiliveriyor. Bizim rehber ve Kubi. Ogus yok, Sinan’la Neslihan yok… Rehber bize onları soruyor, bilmiyoruz diyoruz. Biraz daha bekledikten sonra çıkmak zorunda kalıyoruz. Sinan’la Neslihan suyun üzerindeler, Ogus yok…. Yaklaşık bir yarım saat sonra Boğaç Hoca ile birlikte uzakta bir yerde görünüyorlar. Bu dalışı sevmiyorum 🙁

Bundan sonraki iki dalışta kaplumbağa, dört beş tane yavru köpek balığı ve bat fishler görüyoruz.

Dalışlar saat dört gibi bitiyor. Bu gün adaya çıkacağız. Çok heyecanlıyım çünkü hep uzaktan gördüğümüz o tropik adalara ilk defa ayak basacağız. Teknenin küçük motoru bizi iki seferde adaya taşıyor. Bu ada işi çok ilgimi çekiyor. Anladığım kadarıyla bu adayı sabahtan rezerve ediyorsun. Tıpkı restoranda yer ayırtmak gibi.

Etrafı on dakikada dolaşılabilen bir ada bu. Adada bir voleybol sahası (kum tabii), bir mangal, iki üç büyük uzun masa ve plastik beyaz sandalyelerden başka birşey yok. Palmiye ağaçları, kumsal ve deniz hepsi o.

Biz adaya indiğimizde bir başka grupla karşılaşıyoruz. İtalyanlar bizden önce gelmiş. Çifte rezervasyon mu bilmiyorum ama yapacak bir şey yok anlaşılan. Mangalı kaptırmışız. Biz de voleybol sahasını kapıyoruz. Kaptan ve mürettebat oyunu başlatıyorlar. Üç set tamamlandıktan sonra güneş de yavaş yavaş batmaya başlıyor. Tam bu sırada Ogus’lar ve Boğaç Hocam kuma kapaklanıp yüzlerini un gibi olan beyaz kumlara buluyorlar.

Mangalı ve masayı kaptırdığımız için biraz keyfimiz kaçıyor. Mangalda balık hayallerimiz suya düşüyor. İtalyan gruptan uzaklaşmak için adanın öteki tarafına geçiyoruz. Oradaki sandalyelere yayılıp gökyüzünü seyre dalıyoruz. Yemek konusunu kimse açmak istemiyor. Bir süre sonra Kubi gelip, Sürpriz var Sürpriz var diye dolanmaya başlıyor ortalıkta. Oturduğumuz yerin arkasındaki ağaçların arasından çok zayıf da olsa ışık sızıyor. Hep birlikte ışığa doğru yürüyoruz. Gördüğümüz manzara karşısında hepimiz dona kalıyoruz. Kaptan ve mürettebat, kumdan kocaman bir whale shark yapmışlar. Yaklaşık altı yedi metre boyunda. Adada buldukları mangal küllerinden balinayı siyaha boyamışlar ve adanın beyaz kumlarını kullanarak üzerine beneklerini işlemişler. Balinanın üzerine de mumlar yerleştirip bizim masa gibi kullanmamızı sağlayacak şekle getirmişler. Nasıl bir emek, nasıl bir yürek… Ben hala o anı düşündükçe boğazıma takılan yumruğa ve gözlerimi ıslatan suya hakim olamıyorum.

Whale shark’ın yanında adadaki diğer masaya kurulu bir açık büfe… Bu muhteşem sürprizin etkisinden kurtulan yemeğini alıp whale shark’ın etrafına sıralanıyor. Şakir Bey’de bir başka sürpriz yapıp, Türkiye’den binbir katakulliyle getirdiği rakıları ikrama başlıyor. Nasıl keyifli bir gece geçiriyoruz anlatamam. Tek ışık kaynağımız olan mumlar ve yıldızlar altında içkiler içiliyor, sohbetler ediliyor, şarkılar söyleniyor. Maldivce şarkılar bile dinliyoruz kaptan ve mürettebattan. Adanın etrafında tur atıp, yengeçlerden kaçıyor, yakamoz topluyoruz. Ben hayatımda ilk defa yakamozu elime alıyorum. Elinde toplu iğne gibi bir ışık parçası parıldayıp duruyor. Herşey ŞAKA GİBİ! Hayır hayır bu gece her şey RÜYA GİBİ!

Yarın zirve dalış noktamıza gideceğiz…

Uzun süren ada gecesinin ertesi günü çarşaf gibi bir denize uyanıyoruz. Akıntı da yok… Aklıma Müdürüm Sacit’in sözü geliyor “herşey güzel olacak”. Gezinin ilk günü söylemişti ve gerçekten de herşey beklediğimizin üzerinde bir güzellikte devam ediyor.

Beşinci günün ilk dalışını “Dhiga Thila” adındaki dalış bölgesinde yapıyoruz. Akıntı olmadığı için salına salına yüzüyoruz. Etrafımızda küçük köpek balıkları, bedfishler, trigerlar, kaplumbağalar dolanıyor. Yok yok. Hele bir mercan var inanılmaz güzel. Beyaz bir mercan ama uçları açık mavi ve üzerinde de aynı ton maviden küçük balık sürüsü var. Yalnızca mavi balıklar, ne sarı, ne kırmızı ne mor, yalnızca mavi…

Foto: Sacit Uluırmak

İkinci dalışımızı “Protected Area” adı verilen dalış bölgesinde yapıyoruz. Burada napolyan görüyoruz. Devasa mürenler var. Yine kaplumbağa, ahtapot, sarı lacivert balık sürüleri, baraküda sürüsü, büyük ton balıkları ve sarı müren görüyoruz.

Dalışlar harika gidiyor. Akıntı yok en önemlisi. Çünkü bir gece öncesinden o kadar yorgunuz ki en ufak bir akıntıda herkes balon olur… Hemen unutmadan yazmalıyım; o gün teknede bir sürü yunus gördük. Hatta bir kısmı teknenin burnunda yüzerken, bir çift yunus da teknenin altından bir o yana bir buyana geçip durdular. Ben yunusları ilk defa bu kadar yakından gördüm. Darısı birlikte yüzebileceğimiz günlere…

O günkü üçüncü ve son dalışımızı köpekbalıklarının yanına yapacağız. Rehber bize brifing veriyor ve aşağı indiğimizde, reef’in tepesinde bize göstereceği yerde beklememizi, köpek balıklarının önümüzden geçeceğini söylüyor. Biz de dediği gibi yapıp, reef’in tepesinde yere yapışıp bekliyoruz. Dediği gibi önümüzden köpek balıkları yavaş yavaş geçmeye başlıyorlar. Üstelik bunlar yavru da değil 🙂 Ama geçen sadece köpek balığı değil… Çapı iki metre olan bir stingray eteklerini savura savura bir karış önümüzden geçiyor. Arkasından bir eagleray gözümüzün önünden süzülüp geçiyor. Üstelik tek sefer de değil, bir gidip bir geliyorlar. Biz hiçbir şey yapmadan öylece durup, onların önümüzden geçmesini izliyoruz.

Foto: Oğuz Aroymak

Bu arada bu muhteşem görüntüleri engellemesin diye fotoğrafçılar bed fishleri ve ton balıklarını kovalıyorlar düşünebiliyor musunuz. Milletin görmek için dibinin çatladığı yaratıkları biz artık elimizin tersiyle itiyoruz. Nasıl bir şımarıklıktır bu!! Bu arada biz köpekbalığı, stingray, eagleray filan derken, altımızda olup biteni kaçırıyoruz.

Bir taraftan ayağımızın altına da dikkat etmemiz lazım çünkü stone fish’e basmamak, Sacit Müdürüm gibi müren’e ısırılmamak :), büyük triger fishlerin saldırısına uğramamak da lazım. Ya da yanlışlıkla oradan geçen bir kaplumbağaya çarpmamak… İşimiz çok zor çoook :))) Çılgın bir dalış noktasındayız, yok yok. Kimsenin sudan çıkası yok. Düşünsenize köpekbalıklarını çok gördük yeter artık deyip, anemonlarla oynaşır hale geliyoruz bir süre sonra. YOK BÖYLE BİR ŞEY ŞAKA GİBİ!!! Burası zirve dalış noktamız….

Artık son dalış günümüz. Bugün manta point’e gideceğiz. Bu bölge karaya oldukça yakın. Oldukça dalgalı bir deniz. Şöyle söyleyebilirim; karya doğru dalgalar o kadar büyüyor ki sörfçüler sörf yapıyorlar. Teknenin kaptanı çok başarılı, o dalgaya rağmen çok fazla sallanmadan teknede durmayı becerebiliyoruz. Bunu niye anlattım, çünkü bu dalganın sualtındaki yansımasından da bahsedeceğim de onun için. Deniz üzerindeki dalgalar deniz altını da sallıyor. Hem de nasıl. Suyun altında çok şiddetli bir biçimde bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Hatta ben bu sallantı sırasında bacağımı kayanın birine bir geçiriyorum… Morluğu hala geçmedi :))

Neyse dalga bir yana mantaları anlatmalıyım. Bu indiğimiz ver bir manta temizlik istasyonu. Buraya gelen mantalar, diğer bazı küçük balıklara ve remoralara; günlük temizliklerini yaptırıyorlar. Dört beş metre genişliğindeki bu koca yaratıklar, benim denizlerde gördüğüm en estetik yaratıklar… Bu anlatılmaz yaşanır. Dilerim tüm deniz severler bir gün bu güzelliği yaşama şansına sahip olsun. Bu bölge ile de ilgili bir çok fotoğraf ve film var. İnanın bana bu gezide binlerce fotoğraf ve onlarca video çekildi. Tüm bunlardan bir harmanlama yapabilirsek en kısa sürede sizlerle de paylaşmak istiyoruz.

Foto:Sacit Uluırmak

Umarım sizlere yaşadığımız bu güzelliklerden bir parça da olsa tattırabilmişizdir. Benden bu kadar. Yarın yine yollara düşeceğiz. Ben artık yatmaya gidiyorum. Hepinize iyi geceler (şimdi bir çoğunuz için sabah olacak onun için günaydın demeliyim sanırım :)) …

Yorum Yazın