Kampuchea, Kampuchea, Cambodia
Geldik Kamboçya yazımın en son ve en zorlandığım bölümüne… Yazmaya elim varmadı, zorlandım, başkalarının yazılarından, konuşmalarından, şarkılarından destek aldım. Keşke yazmamı gerektirecek böyle bir tarihi hiç olmasaydı Kamboçya’nın ama var. Gidip de görmemek, görüp de yazmamak, bir kere daha öldürmek gibi geliyor o insanları…
Tapınaklardan, renkli pazarlarından, nefis yemeklerinden, güzelim Uzakdoğu masajından söz etmek varken, değer mi şimdi keyif kaçırmaya? Buna siz karar verin. Zira susmak, görmezden gelmek, yok saymak, unutmak, biraz daha uzaklaştırıyor bence kişiyi kendi insanlığından.
Eğer rejimler yüzünden insanlar katlediliyorsa, eğer düşünceleri yüzünden hapsediliyor, işkence görüyorsa gazeteciler, yazarlar, düşünürler, sanatçılar… eğer siyasi iktidarlar, kendi düşüncelerini despotça dayatıyorlarsa insanlara hala günümüzde ve dünyada… ve hala diktatörler varsa, korkarım ki unuttukları, görmezden geldikleri, yok saydıkları bir tarih var yaşanmış olan Kamboçya’da, Şili’de, Vietnam’da, Rusya’da, Sırbistan’da, Kore’de Japonya’da, Almanya’da, Türkiye’de, Etiyopya’da, Ruanda’da, Afganistan’da… Bu liste öyle uzun ki. Nasıl unuturuz, nasıl görmezden geliriz, yok sayarız?
Kızıl Khmerler adında bir gerilla örgütünün lideri olan Pol Pot, Kamboçya’nın başına geçmiş. Herkes tarlalarda çalışacak demiş. Karşı çıkanları anında katletmiş. Okulları kapatmış, Okuma yazma bilenler öncelikli olmak üzere yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce kişiyi işkencehanelere dönüştürülen okullarda, yönetime karşı olduklarını itiraf ettirdikten sonra ölüm tarlalarına sürmüş. Dört yılda yedi milyon nüfusun iki milyona yakınını (bazı kaynaklara göre bu üç milyonun üzerinde) katletmiş bu diktatör. Ve o döneme “Demokratik Kamboçya” demiş. Çok uzak bir tarihte de değil üstelik; sene 1975.
Bir ülkede gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, sanatçılar tutaklanmaya, işkence görmeye başlıyorsa, bilin ki baskı rejimi gelmiş demektir. Bunu ben demiyorum, tarih söylüyor. Çok da mantıklı değil mi? Gelecek karanlık günleri görenleri önceden susturmak lazım ki diğerleri de uyanmasın.
1979’da, Vietnam yetişmiş Kamboçya halkının imdadına. Vietnam’ın teknik ve mali desteğine dayanan bir hükümet kurulmuş. Kızıl Khmer rejiminin çökmesinden sonra Pol Pot Çin’e kaçmış. Tayland sınırında 1990’lara kadar gerilla savaşlarını sürdürmeye devam etmiş.
Kamboçya’nın bu kanlı tarihini, ilk defa, onlu yaşlarımda Joan Baez’dan dinlediğim “Cambodia” adlı şarkısı ile öğrenmiştim. Ama o yaşlarda bildiğim yalnızca Kamboçya diye bir ülke olduğu ve halkına zulmedildiği idi. Bugün bu topraklarda bu tarihin izlerini gözlerimle görüyor olmak çok acaip bir şey…
Bir konferans çağrısı daha yapın, bir şarkı daha yazın
Bir ton pirinç daha gönderin ve yerine ulaşmasını umun
Bu sırada, aşıklar kimvurduya gider
Çocuklar dikenli tele takılır
Size göstermeme izin verin
Kamboçya’da sadece hüzün mü var?
Kamboçya’da yarın yok mu?
Biz size yardım göndermeye, sizi göstermeye çalışacağız
Kamboçya’nın insanları
İlk “Ölüm Tarlaları”na götürdü Sinan bizi. Boş bir arazide, etrafı bambu çitlerle çevrilmiş geniş çukurlar vardı. Her bir çukurda kaç insana ait iskelet bulunduğu yazıyordu. Bakıyordum ama neye bakıyordum?
Gözüm sürekli bambu çitlere asılı bileklilere takılıyordu. Dünyanın dört bir yanından gelen insanlar, bu bileklikleri ziyaretleri sırasında bırakmışlardı. Gözümü bu bilekliklerden alamıyordum. Aslında sanırım o çukurlara bakamadığım için gözümü bilekliklerden alamıyordum. Çukurların arasında yürürken bir ağacın önüne geldik. Arazideki diğer ağaçlardan farklı olarak bu ağacın da üzerinde bileklikler asılıydı. Ağacın dibinde iki su şişesi, bir de sarı bir çömlek vardı. İçinde yanmış mumlar vardı. Hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arazide olanları düşünemiyordum bile. Bu sırada Sinan’ın anlattığı bir şey beni bir anda dehşete düşürdü. Ölüm tarlalarında kazı çalışmaları başladığında bu ağacın üzerinde ağaç kabuğuna benzemeyen bazı kalıntılar bulmuşlar. Yapılan incelemeler sonucu, bu kalıntıların bebeklere ve çocuklara ait et parçaları olduğu anlaşılmış. Kızıl Khmerler, küçük çocukları ve bebekleri ayaklarından tutup ağaca vuruyor sonra da yanda açtıkları çukura fırlatıyorlarmış. Bir an nefes almadığımı farkettim.
Sanki bedenim benim değildi. Hayalet gibi dolaşıyordum çukurların arasında. O an oradan uzaklaşmam gerektiğini hissettim. Bu arazide bir anıt, bir de küçük bir müze vardı. Müzede video gösterimi, fotoğraflar, mezarlardan çıkan giysi ve eşyalar sergileniyordu. Boş gözlerle burayı da dolaştım. Tüm duvarlara, her görüntüye tek tek bakıyordum ama gözlerim görmeyi, aklım anlamayı reddediyor gibiydi.
Çukurlardan çıkarılan insan kafataslarının sergilendiği anıtın içine giremedim.
Ölüm tarlalarından sonra S-21 hapishanesine gittik. Bu bina aslında lise binasıymış ama Pol Pot döneminde orta çağ işkence yöntemlerinin kullanıldığı bir işkencehaneye dönmüş. Tuol Sleng Soykırım Müzesi olarak tarihe geçen bu binada 1975 yılından 1979 yılına kadar yaklaşık 17.000 kişi burada hapsedilmiş. Hapsedilen 17.000 kişiden yalnızca 12’sinin burada sağ olarak çıkabilmiş.
http://www.solakkedi.com/dunyanin%20civisi/killing%20fields/001.html
Bu yazıyı da ne yazık ki Serap Tamay’ın “ZULMET” şarkısıyla bitiriyorum ve diliyorum ki bu şarkı, bu yazıyı belki de hiç bir zaman okumayacak vicdanlara gidip dokunsun. Çünkü ben bu şarkıyı ne zaman dinlesem, yüreğimde hissettiğim duygu çok ama çok yoğun ve güçlü. Onun için bu dileği tüm insanlığa yüreğimden gönderiyorum. Son olarak ekliyorum; kör olasın demiyorum, kör olma da gör bunları…
24 Haziran 2016 Cuma, 02:34 at 02:34
“Kör olasın demiyorum kör olma da gör beni”
24 Haziran 2016 Cuma, 08:13 at 08:13
Gezimde eksik kalan kısmı sayende tamamlamış oldum, tesekkurler. Gerçi oraları görmekten kurtuldugum için belki de seviniyordum azcık. İnsan denen yaratığın ne kadar kötülük yapabileceğini görmek cok yipratici…
24 Haziran 2016 Cuma, 08:21 at 08:21
Bu nasıl bir çelişki…Bu nasıl bir bilmecedir.
En çok insanın katline sebep olan… En çok insanın zulüm görmesine sebep olan şeyler, hep insanlığı kurtarmak iddiasıyla ortaya çıkmış olan şeyler… Dinler gibi rejimler-ideolojiler gibi …
Yedimilyon insandan ,ikimilyonunu katleden rejim de sorsan kesin o ülkeyi, giderek dünyayı kurtaracağım iddiasıyla yola çıkmıştır. İnsan düşünmeden edemiyor; insanları kendi haline bıraksan, illa benim dediğim inanç, düşünce, sistem altında yaşayacaksınız demesen, olası bir kargaşa içinde yaşasalar zaten kaç kişi ölürdü…
Neyse… Sonuçta; Gezmek -görmek ve gördüklerini aktarmak senin yaptığın gibi olmalı…
Düşünmeye,araştırmaya sevkediyorsun…
Sağol Başak… yüreğine, kalemine sağlık 🙂
Yeryüzünü kendi yüzün gibi bil
Yüzündeki utanç yaralar seni
Zulme sözü yoksa neye yarar dil
….
24 Haziran 2016 Cuma, 08:51 at 08:51
Evet Nurgök’cüm Hasan Hüseyin Korkmazgil’in o güzel şiiirden esinlendim ben de :))
Bari şiirin tamamını koyayım ki okumayanlar da okuyabilsin, ya da tekrar okumak isteyenler olur belki…
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
24 Haziran 2016 Cuma, 10:33 at 10:33
Evet haklısın, onca renkli görüntünün ardından bir soğuk duş etkisi yaşattı bu paylaşım ama bu yaşanmış vahşi gerçeği görmemek, pas geçmek de mümkün değil. Her ülkenin tarihinde benzer olayların olması da inanılır gibi değil…hem de bir kere değil tarih boyu tekerrür edercesine yaşanmış. İnşallah tüm dünya için son olur…
24 Haziran 2016 Cuma, 12:00 at 12:00
Yüreğim öyle ağırlaştı ki taşıyamıyorum neyse ki gözlerimden yaş olup akabiliyor… Tüm insanlığa barış diliyorum…
24 Haziran 2016 Cuma, 13:23 at 13:23
insanın insana yaptığını hangi hayvan insana yapabilir ki. çok çok acı ve dünyada son da olmayacak…
27 Haziran 2016 Pazartesi, 16:57 at 16:57
Sözün bittiği yerlerden birisi…Anlatım dilin muhteşem
25 Temmuz 2016 Pazartesi, 15:20 at 15:20
Ağlattın beni…Nasıl bu kadar kötü olunabilir, sevgiyle yaşamak varken…anlamak mümkün değil.