Yutmi

Hadi gülümse…

Aralık 23 2013

Sabah yine erkenciyiz… Necla Hanım’la birlikte yine bir umut, terasta güneşin bize sürpriz yapması için bekleştikten sonra o odaya dönüyor, ben de Mardin sokaklarına doğru basamakları inmeye başlıyorum. Otelimiz Cumhuriyet Caddesinin tam ortasında. Dün sabah sol tarafa gittiğim için bu sefer sağ tarafa yöneliyorum. Mardin şimdiye kadar gördüğüm yerler içerisinde en esrarengiz, en sürprizli şehir. MARDİveN’lerin seni nereye götüreceği, nasıl bir sürpriz hazırlayacağını hiç bilemiyorsun. Mardinliler için de bu böyle mi bilemem ama bizim gibi Mardin’i yeni keşfedenler için gerçekten çok fazla sürprize gebe bir kent…

Ana caddede sakin sakin yürürken, bir MARDİveN’in cazibesine kapılıp yoldan çıkmak an meselesi. Sizi kışkırtan bir çeşme, güneşin yaladığı bir kapı veya merdivenleri üçer beşer çıkan bir adam olabilir. Merakla karışık yaşanan bu heyecan nasıl da güzel bir şey...

Bu sabah beni yoldan çıkaran bir çeşme oluyor. Çeşmeden su içen genç bir kız, hızlı adımlarla iniyor merdivenlerden ve sokağın başında durup beklemeye başlıyor. Yalnız kalan çeşmenin yanında sallanan metal tasa takılıyor gözüm. Boş boş bakıyorum boş tasa… Bize öğretilen hijyen bilgileriyle bakıyorum ve merak ediyorum o boş tası kullanarak su içenler var mı diye. Gelsin de tastan su içsin biri diye bekliyorum sanki orada.

Bu arada bir amca elinde boş su bidonlarıyla geliyor çeşmeye. Yaşına bakıp, nasıl ve nereye kadar taşınacak acaba bunlar suyla dolduğunda diye geçiriyorum içimden. Amca bidonlarını doldururken, gözüm merdivenlerin sonunda, son basamağın tam köşesinde oturan küçük kız çocuğuna takılıyor bu sefer de. Yutmi telaşlanıyor ve dikkatimi çeşmeden uzaklaştırıyor. İlk düşündüğüm, “nefis bir fotoğraf karesi kaçırmamalıyım” oluyor. 6-7 yaşlarında olduğunu düşündüğüm bu küçük kız çocuğunu ürkütmemeye çalışarak ve her adımda bir kare yutarak küçük kıza yaklaştığımızda, küçük kızın kızgın bakışlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. İki elini yumruk yapmış, çatık kaşlarıyla bize bakıyor. EYVAH ! Hemen merhaba diyorum. Merhaba diyor ellerini yüzünden çekmeden. Fotoğrafını çekebilir miyim diyorum sanki onu ilk defa çekecekmişim gibi. Çekebilirsin diyor. Kaşlar hala çatık ve elleri hala yüzünün yarısını kaplıyor. Ama çok kızgın bakıyorsun, biraz korkuyorum ben diyorum. O küçük ellerin arkasında göremediğim dudakların gülümsediğini gözlerinden alıyorum. Rahat bir nefes alıyorum. Son kareyi çektikten sonra Yutmi’yi küçük kıza uzatıp fotoğrafı gösteriyorum. Merakla bakıyor. Hoşuna gitti mi diyorum, başını evet anlamında sallıyor.

Artık Yutmi de ben de daha rahatız. Yanına oturabilir miyim diyorum. Yine onaylarcasına başını sallıyor. Onun oturduğu son basamağa, küçük kızın hemen yanına ilişiveriyorum. Sabah saat yedi suları. Ne yapıyorsun burada diyorum. Okula geldim ama erken gelmişim diyor. Ve eliyle yandaki muhteşem taş yapıyı gösteriyor. Şaşkınlıkla eski taş binaya bakıyor ve burası mı senin okulun diyorum. Evet diyor son derece sakin bir şekilde. Ne güzelmiş okulun diyorum. Neden o kadar erken geldiğini sorduğumda saati yanlış kurduğunu söylüyor. Arkamızdaki demir kapıya bakıp, okulu gezebilir miyim, açık mı kapı diye sorduğumda yine başıyla onaylıyor beni. Kalkıp kapıya yöneldiğimde arkamdan sesleniyor; abla ben de sizinle gelebilir miyim? Nasıl mutlu oluyorum anlatamam. Ne güzel olur, hem sen bana anlatırsın, ben de öğrenirim diyorum ve birlikte gezmeye başlıyoruz. Binanın arkasına dolaşıyoruz. Bana kendi sınıfını gösteriyor. Sınıfın bahçeye açılan kapısı ilgimi çekiyor. Birden bana, geçen sene her gün andımızı okuduklarını ama bu sene okumadıklarını söylüyor. Hiç bir şey sormadığım halde bunu söylemesi ilginç geliyor bana. Ön bahçeye geçtiğimizde Zeynep’in birkaç arkadaşı daha geliyor. Hoşça kal deyip ayrılıyoruz.

Artık otele dönmem lazım. Bugün Dara’ya gideceğiz. Kahvaltıdan sonra dört kadın doluşup arabaya, yola koyuluyoruz. Artık hepimiz daha rahatız. Tabelalara bakarak ilerliyoruz. Dara’nın tabelasını gördüğümüzde Nusaybin’e de çok uzak olmadığımızı fark ediyoruz. Gelmişken sınırı görmek istiyoruz. Sınırlar hep tuhaf hissettirmiştir bana.

Piyale Madra

Piyale Madra

Ne zaman bir sınır görsem, aklım, insanın kendine koyduğu sınırların sınırına kadar götürür beni 🙂 Her iki tarafta yaşayan insanları dikenli tellerler, mayınlı topraklarla ayırmanın ne anlamı olduğunu bu yaşıma geldim ama hala kavrayabilmiş değilim. Bir evi, bir toprağı, bir ülkeyi, bir insanı mülkiyeti altına geçirmek ve ancak o zaman ona değer vermek, ona sahip çıkma ve uğruna savaşmak… Diğerlerine ne olursa olsun. E öyle ya, biri için savaşırken diğeri ölecek belli ki…

Ya insanoğlunun kendisine çizdiği sınırlar… Kişinin kendi sınırlarını çizmesi, dikenli tellerle, mayınlarla döşemesi… Bu sınırların dışına çıkamamak… Nedir korkulan…??? Neyse bu böyle uzar gider.

Sınırlar bana hep bunları düşündürür işte. Biz de Suriye sınırının ardında yaşananları sınırın ardında bırakarak Dara yoluna geri dönüyoruz. Ve işte yine çok konuştuğum için Dara bir başka bölüme kalıyor… Mardin’e uymaz ama sınır da tanımaz bir şarkıyla şimdilik hoçakalın 🙂

“Hadi gülümse…” için 9 Yorum

  1. nazım Diyor ki:

    gerçekten harika başakcık. joan baez ise günümü gün etti. bu arada iyi yıllar annene, babana, sana…

  2. gokhan kocak Diyor ki:

    paylaştıgın için teşekkürler Başak 🙂
    şu sınırlar konusuna… bir de Neolitik döneme doğru uzansak, yine de anlayamazmıyız, ne dersin 🙂 gk

  3. Necla Diyor ki:

    Ben de gülümsedim, yumruklarım sıkılı değildi zaten… Erkin sınırı, kendi sınırlarımız, sınırlar içinde kendini güven hisseden çocukluğumuz, çelişkili…

  4. serdar Diyor ki:

    Imagine there’s no heaven’
    Cennetin olmadığını hayal et

    It’s easy if you try’
    Eğer denersen bu kolay

    No hell below us’
    Altımızda cehennem yok

    Above us only sky’
    Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var

    Imagine all the people
    Hayal et bütün insanların

    living for today…
    bu gün için yaşadığını…

    Imagine there’s no countries’
    Hiç ülke olmadığını hayal et

    It isnt hard to do’
    Bunu yapmak zor değil

    Nothing to kill or die for’
    Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok

    No religion too’
    Ve din de yok

    Imagine all the people
    Hayal et bütün insanların

    living life in peace…
    hayatı barış içinde yaşadığını

    Imagine no possesions’
    Mülkiyetin olmadığını hayal et

    I wonder if you can’
    Yapabilir misin merak ediyorum

    No need for greed or hunger’
    Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok

    A brotherhood of man’
    İnsanların kardeşliği

    Imagine all the people
    Hayat et bütün insanların

    Sharing all the world…
    Tüm dünyayı paylaştığını

    You may say Im a dreamer’
    Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin

    but Im not the only one’
    ama tek ben değilim

    I hope some day you’ll join us’
    Umarım bir gün sen de bize katılırsın

    And the world will live as one
    Ve dünya yekvücut olarak yaşar

    paylaşımını okuyunca ilk aklıma gelen John Lennon’un ” Imagine” parçası geldi….kalemine gönlüne sağlık Çekirge,,,

  5. zafer Diyor ki:

    Neden yaşardı gözlerim yine?
    Kendimi hiç anlamıyorum!

  6. Zehra Diyor ki:

    Çok güzel bir yazı olmuş Başak; küçük kızın hikayesi ilginç 🙂 Çatık kaşlardan arkadaşlığa uzanan görüntülerini de beğendim…ve çok keyif aldığım, kendi Mardin gezimi hatırladım…daha da hatırlıycam sanırım zira sırada Dara var 🙂

  7. servet Diyor ki:

    Çocuk masumiyetinin güzelliğini yakalamışsın ilk iki karede.
    3. ve devamı var mı?
    Aklına, eline, gözüne sağlık.
    Sevgiler

  8. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Tamam…
    “Hadi Gülümse” dedin, gülümseyerek okurken nereden karıştırdın sınırları, Joan Baez’i?
    Çiçek çocuklarının idollerinden birinin bir melodisini koy bizi o günlerimize götür, özgürlüklerden söz et, sonra sınırlar koy… Eeee… Ondan sonra kalır mı insanda gülümseyecek hal?
    Her ne kadar serde hippilik varsa da özde,
    “İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK…”
    diye haykırıyor yürek…

  9. Erol büyükyazıcı Diyor ki:

    Sevgili Başak kuş fotoğrafları senin mi? Öyleyse kendine yeni yollar peşindesin bunlarla ilgili konuşmak isterim Erol.

Yorum Yazın