Yutmi

Geçmişe ve geleceğe yolculuk…

Ekim 28 2015

Ayça’nın evine vardığımda şükür kavuşturana diyerek birbirimize sarıldık. Ayça beni karşılamak için havalimanına gelmiş ama uçak Bodrum’a inince eve geri dönmüştü.

 

 

Ertesi günü okulu vardı ve uçağın da akıbeti belli değildi. Ayça İngilizce öğretmeni ve bu sene, bile isteye Çanakkale’ye tayin istemişti. Evi de okulu da Kepez’deydi. Eve girdiğimde beni tek karşılayan Ayça değildi. Bir de köpeği Cadı vardı. Cadı ile daha önceden tanışıyorduk ve beni hatırladığı için o da heyecanlanmıştı. Ertesi gün okul olduğu için Ayça’ya yatmasını söylemiştim ama O başımıza geleni dinlemek istiyordu. Detayları ertesi güne saklayıp, özet geçtim. İkimiz de odalarımıza çekilip uyumaya başladığımızda saat ikiyi geçiyordu.

Böyle bir maceradan sonra ertesi gün öğlene kadar uyuyacağımı sanıyordum. Oysa sabahın yedisinde gözlerim açılmıştı. Biraz daha uyumak için kendimi zorladıysam da olmadı. Ayça okula gitmek için evden çıktığında, ben de onunla çıkmaya karar verdim. Önce Onun okuluna -Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu- gittik beraber, sonra O derse ben de iskeleye…

Çanakkale yine yapmıştı yapacağını ve bu seferki macerayı denizde değil, havada yaşatmıştı bana. Evet Çanakkale’ye daha önce de dört beş kez gelmiştim ama hep dalış için… Hemen hepsinde de ya fırtınaya yakalanmıştık ya da sualtndaki şiddetli akıntılara… Karayı gezmeden suyun altında görmüştük Çanakkale savaşlarının izlerini. Bu gelişimde Gelibolu yarımadasını gezerken bunu düşünüp utanmıştım biraz.

Ankara’ya döner dönmez dalış defterlerimi karıştırdım. İlk Çanakkale dalışımı 2002’de Seddülbahir de Majestik batığına yapmışım. Bir de arıtma gemisi batığına dalmışım. 2003’te iki defa gitmişim ve Minnoş Kayalıkları, Asker Taşı, Toplar Önü, Bebek kayalıkları, Lundy Batığı ile Büyük ve Küçük Kemikli koylarında dalmışım. Bu gidişimde Kemikli’deki şehitliği ve olağan üstü manzarasını gördüm. Dalış defterindeki notlarıma bakılırsa su üstü su altından çok daha güzel ve anlamlı… Bu yazıda dalış anılarıma da değinmeden edemedim ama bu yazı dizisinde Çanakkale dalış anıları yazmaya da niyetim yok tabii ki. Üstelik o zamanlar ne Yutmi ne de Yutmoğraf olmadığından internet ortamından bir linke de yönlendiremeyeceğim sizi. Yine de o günlerin anısına, fotoğraflardan ve yazılardan hazırladığım bir fotoğraf albümden (fotoğraflar dalış ekibinden; sanırım Çağtay’a ait ) bir kaç sayfayı burada, Yutmoğraf’ta saklamak istedim. Bir de merak eden olursa diye bu batıkların daha net göründüğü ve daha detaylı bilginin yer aldığı bir başka siteye yönlendirebilirim sizi; http://www.trakyagezi.com/dosya/81-doga/134-saros-un-gozleri-mavi-vurgun.html

Çanakkale iskelesindeki “Şakir’in Yeri”nde otururken işte böyle gidip geldim geçmişe. Gri, yağmurlu hava ve esen rüzgara rağmen -oturduğum yer yarı kapalı bir yerdi zira- yaklaşık bir saatten fazla oturmuştum. Saat onbuçuğa gelirken kalktım. Ayça’nın tüm gün dersi olduğu için bugün şehri tek başıma keşfedecektim. İskeleye yüzünüzü döndüğünüzde sol tarafınızda kalan sokaklar eski şehre ait izler taşıyordu ve tarihi evlerin içinde kimi zaman bir kitapçı (kitapçı çoktu, hoşuma gitti bu), kimi zaman hediyelik eşya dükkanları, fırınlar ve küçük kahve dükkanları görüyordum. Bu sokağın sonu ise Deniz Müzesiydi. Sokakları ve küçük eğlenceli mekanları gezmeyi sonraya bırakıp, ilk önce Deniz Müzesine girdim.

Yağmur hala devam ediyordu. Rüzgar da… Biraz üşümüştüm. Onun için önce kapalı mekanlardan başlayıp biraz kurumayı ve ısınmayı istedim. Önce resim ve fotoğraf galerisi haline getirdikleri tarihi binayı gezdim. Burada Çanakkale deniz savaşlarına ait fotoğraf ve resimler sergileniyordu. Daha sonra tam bu binanın karşısına demirlemiş Nusret Mayın gemisine yöneldim. Bu geminin içini de müze haline getirmişler. Görmeyen varsa görmesini öneririm. Hepimiz tarih derslerimizden biliyoruz bunları. Ancak yerinde görmek çok başka. İçimi tuhaf bir duygu kaplamıştı. Salonda tek başıma olmam da beni saran bu tuhaf duyguyu arttırıyordu sanki. Geminin salonunda, Mart 1915’teki Çanakkale Boğazı deniz savaşları sinevizyon gösterileri ile anlatılıyordu. Gemi batıklarının sualtı görüntüleri ekrana yansıdığında gözlerimden akan yaşlara hakim olamadım. Duygularıma utanç da karışmıştı sanırım. Dört beş kez dalışa gelip de buraları ziyaret etmemiş olmanın utancı… Evet Çanakkale savaşlarının Cumhuriyet tarihindeki yerini ve önemini gayet iyi biliyordum; ama burada olmak çok başka bir şey yaşatıyor insana ve bunun tarifi yok. Ne fotoğraflar yeter anlatmaya, ne yazdıklarım. Ancak gelir ve yaşarsınız ya da yaşayamazsınız. Sanırım son zamanlarda yaşadığımız üzücü olaylar, hele ki barış ve demokrasi için yürüyen onca insanın katli, beni daha da duygusallaştırmıştı. Cumhuriyet ve demokrasi için dökülen onca kan…

Müzenin geniş bahçesinde savaşa ait toplar, tank savarlar ve diğer savaş araçları sergileniyordu. Bahçenin diğer ucunda ise Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmış Çimenlik Kalesi vardı. Boğazın en dar yerinde yapılan bu kalenin karşısında (yani boğazın diğer tarafında) da Kilitbahir Kalesi vardı. Kalenin bahçesine girmiş gezerken burada fotoğraf çekmenin ücretli olduğunu söylediler. Yağmurdan burnumu kaldıramadığım için bilet gişesindeki fotoğraf çekimi ücretini görmemişim. Gidip Yutmi için de bir bilet aldım, Kaleye geri döndüm.

Kalenin içindeki müzeyi gezmek için müze kısmına girdiğimde bir denizci bana son on dakika kaldığını hatırlattı. Önce anlamadım. Sonra denizci bana öğle tatili olduğunu, bir buçuk saat sonra müzenin tekrar açılacağını, o zaman gezebileceğimi açıkladı. Böyle bir bölgede, üstelik böyle bir savaş müzesinde öğle yemeği molası veriliyor olmasını yadırgadım. O topraklarda binlerce Mehmetçik aç, susuz, uykusuz bu ülke için savaşmıştı ve bu tarihin nöbetini tutan askerler bir buçuk saat öğle tatili verecekti. Tabii ki savaş halinde değildik ve tabii ki onlar da yemek yiyeceklerdi ama bir nöbet sistemi kurulup o müze (hatta bana göre o bölgedeki tüm savaş müzeleri) 24 saat açık tutulamaz mıydı? En azından “öğle tatili” olmasaydı. Olsaydı da ziyaretçisine bunu söylemeden, nöbet sistemi ile bir düzenleme yapılsaydı. Bu içimi rahatsız etti. Kent Müzesi veya bir sanat galerisi değil ki bu… Ya da etnografya müzesi… 500.000’den fazla insanın aç susuz uykusuz savaştığı, öldüğü bir destanın izlerinin sergilendiği müzelerden biriydi. Kendimi tutamayıp oradaki denizciye bu düşüncelerimi söyledim. Bana verdiği yanıt; iyi de biz de açız oldu. Bunun üzerine söyleyecek sözüm yoktu artık… Çimenlik kalesinin içindeki müze küçük bir müzeydi. Onu da gezdikten sonra bahçe gezime devam ettim. Bahçede öğle tatili yoktu. Deniz müzesinden ayrıldığımda saat bire geliyordu.

“Geçmişe ve geleceğe yolculuk…” için 5 Yorum

  1. Saniye Özsan Diyor ki:

    Ülkemizde yaşanan şu karmaşa ortamında, birbirimizi ayrıştırmamamız gerektiğini anlamak için, Çanakkale ve Gelibolu çevresini gezip, tarih okuyarak gerçeği görmemiz lazım bence.
    Ben de Gelibolu yarımadasını, şehitlikleri gezerken çok etkilenmiştim. Orada, Osmanlı tebaası altında vatanları için savaşa gitmiş/gönderilmiş 15-17 yaşında çocuklar, gencecik yaşında hayatını kaybetmiş Rumlar, Ermeniler, Türkler, Kürtler yatıyor.
    Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Ereğli’nin Kestaneci köyünden bir gazinin de heykeli var, bir kız çocuğunun elinden tutmuş, oraları anlatıyor şekilde yapılmış. O gazi, 1994 yılında 110 yaşında dünyanın en yaşlı son Çanakkale gazisi olarak vefat eden Hüseyin Kaçmaz. 57. Alay Şehitliğini mutlaka görmelisin.

  2. Oguzhan Diyor ki:

    Sesiz, sedasız gezilmesi duyumsanması lazım ama açız:)) di mi?

  3. Geçkin Gezgin Diyor ki:

    Öğle tatili!.. Bütün mesele bu…:-((( Vatan sevgisi hissettirmeden işte yavaş yavaş böyle yokediliyor… Konuya böyle yaklaştığımızda da damga hazır: FAŞİST…
    Hey koca dünya!..
    Yarım asır komünistim diye dolaş ondan sonra vatanını sevdiğin için faşist ol…
    Ne derlerse desinler…
    Bu beden toprak altına girene kadar yüreğinin her atışı CUMHURİYET diye haykıracak…

  4. Nurgök Diyor ki:

    Ortaklaşa savaşılıp inşa edilen, ortaklaşa sahip çıkılan bir memleket için ortaklaşa çalışma bilincinden, “ben karnımı doyurmaya bakarım!” anlayışına gelmek!… “Her şey satılık” ve dahi ” benim vatandaşım işini bilir!” diyen yöneticilerle geldik bu günlere. Üzücü, hem de çok. Kuşaklar arasındaki uçurum göründüğünden daha da derin. Sadece kuşaklar da değil, malumunuz.

  5. Pınar Doğan Diyor ki:

    Ben üç kez gittim Gelibolu’ya ve her seferinde çok etkilendim…Ruhları şad olsun…

Yorum Yazın