Yutmi

BALİ .VI.BÖLÜM ( Tanah Lot )

Aralık 01 2010

Gudi’nin aracını park ettiği yer, akşam 18:30’da “Keçak Dansı”nın yapılacağı yerin hemen yanı. Araçtan indiğimizde, Gudi bizi bu yöne değil de tam ters yöne doğru yönlendiriyor. Gittiğimiz yöndeki yolun hemen sağında yer alan merdivenlerden aşağı inmemizi söylüyor. Aşağıda ne var bilmiyoruz. Görünen sadece deniz. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde denizi sarmalayan koyun güzelliği karşısında şaşkına dönüyoruz. Fahrettin tişörtünü çıkartıp hemen denize doğru koşmaya başlıyor. Gudi merdivenlerde sesleniyor “stop, stop”… Eliyle denizde fazla açılmamasını işaret ediyor. Bunu neden yaptığını ben de ayakkabılarımdan kurtulup denize ulaştığımda anlıyorum. Dalgalar büyük gibi görünmese de dalgaların karaya vuruşu ve geri çekilimi çok kuvvetli. Kumlar ayaklarının altından hızla kayıyor. İnsanın kontrolünü kaybetmesi çok kolay. En fazla diz kapağımıza kadar suya girebiliyoruz. O bile çok iyi geliyor. Ufka sırtımızı dönüp koyu seyrediyor, gelen dalgalarla eğleniyoruz. Kum çok ince ve siyah. Bali’de genelde kumsallar siyah. Adanın volkanik oluşumunun bir sonucu bu. Ayrıca koyu çevreleyen kaya yapısı da çok ilginç. Değişik katmanlardan oluşan kayalar, okyanusun yüzeylerinde oluşturduğu o estetik kıvrımlarla beni büyülüyorlar. Doğanın çizgileri beni her zaman büyülemiştir.


Pelin’le sahile vuran küçük deniz kabuklarını topluyoruz. İçleri dolu olanları tekrar denize fırlatıyoruz. O sırada kıyıda bir hindistan cevizi buluyorum. Kerim cevizi kırıyor. Suyunu paylaşalım diyor. Ben bir yudum alıyorum ama hiç hoşuma gitmiyor. Sıcak ve anlamsız bir tat bırakıyor ağızımda. Onlar suyunu da içiyorlar ve içindeki beyaz bölgeyi kemirmeye başlıyorlar. Kerim bir parça da bana uzatıyor, bir ısırık alıyorum ama onu da sevmiyorum. Fahrettin, Kerim ve Pelin bayıla bayıla yiyiyorlar hindistan cevizini. Yaklaşık yarım saat bu koyda oyalanıyoruz.


Bu arada yutmuğrafımı da denize sokuyorum. İlk okyanusu. Henüz bir okyanusta sualtına girmedi ancak bu su üstü güzelliği bile onu yeterince büyülemiş durumda. Aslında aramızda kalsın ama benim yutmoğrafım dalıştan korkuyor biliyor musunuz? Ne komik değil mi? Aslında sudan korkmak da değil de housingin içine girmekten nefret ediyor. İkisi henüz pek iyi anlaşamıyorlar mesele o. Ama seneye hiç şansı yok, ilk yurt dışı dalışında inecek benimle suyun altına. Aslında onu Sipadan’a götürmek istiyorum ama o dalış çok yakın bir tarihte. O zamana kadar ne olur bilinmez tabii ama biraz zor görünüyor. Bir de bizimki öyle müşkülpesent ki, dalacağı zaman benim badimi de kendi seçmek istiyor. Badimi beğenmezse dalmazmış… Ay neyse hele bir o zaman gelsin de bakacağız artık…

Koydan çıkıp, kıyı boyunca yürümeye başlıyoruz. Bu koyun yanında bir küçük koy daha var.  Bu iki koyu birbirinden ayıran duvar gibi kara çıkıntısının üzerinde bir tapınak var.  Sunset tapınağı, adanın güneyinde, okyanusa bakan bir kıyının üzerinde, kıyı ile bağlantılı küçük birkaç adacığın üzerindeki tapınaklardan oluşuyor.


Kıyı boyunca yürümeye devam ettikçe her noktada ayrı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Seyir terasına gelmeden hemen önce, yine bir koy daha var. Bu koyun ortasında, küçük bir adanın üzerinde de yine bir tapınak. Fotoğraflardaki meşhur yer burası. Bu ada ile kıyı arası yaklaşık 100-150 mt. civarında ya var ya yok. Adaya ulaşmak için ayaklarınızın ıslanmasını göze almalısınız. Çünkü ana kara ile ada arasında ki bağlantı sığ da olsa su ile kaplı. Alttaki fotoğrafa bakın 🙂

Biz, ayaklarımızın ıslanmasını değil ama o kalabalığı göze alamadık. Gün batımının en güzel izlendiği nokta burası olsa gerek ki buraya insanlar akın akın geliyorlardı. Biz biraz yukarıda, merdivenlere tünedik. Oturduğumuz yerde bu hareketi izledik. Gün batımına daha en az yarım saat kırkbeş dakika olmasına rağmen, insanlar akın akın akın gelmeye devam ediyorlardı. Fahrettin aracın olduğu yerdeki restorana gitmeyi teklif etti. Bense gün batımını bu kıyı boyunca gezerek izlemek istiyordum. Onları restorana gönderdikten sonra ben yerimi koruyarak oturmaya devam ettim. Birden o kalabalığın içinde Ahmet’i gördüm. Seslendim. O da beni görünce şaşırdı. Yanıma geldi. Kutluk, diğer Pelin ve Meltem’le dalış sonrası taksi tutup gelmişler. Onları gördüğüme çok sevindim. Zira buralara kadar gelip de bu güzellikleri görmeden dönseler çok üzülürdüm. Onlar da dalış haricinde Maymunlar Ormanı’nı, ormanın yanındaki çarşıyı, Sunset’i gezmiş oldular.

Güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Ben bizimkileri de önüme katıp, restoran tarafına doğru yürümeye başladım. Kıyı boyunca değişik noktalarda durup, fotoğraf çektik. Onlar seyir terası tarafından geldikleri için bu tarafı bilmiyorlardı. O iki koyun da yanından geçerek ve iki ayrı tapınakta güneşi batırarak restorana vardık.

Restorana vardığımızda saat 18:30 olmak üzereydi. Fahrettin, Kerim ve Pelin, muhteşem bir manzaraya karşı koca koca kabuklu deniz ürünleri yiyorlardı. Restoranda oturdukları masanın manzarası muhteşemdi. Arkalarında uzayıp giden pirinç tarlalarının denize kavuştuğu yerdeki şelale, masal kitaplarından çıkmış gibiydi.

Benim çoğalmış olarak geldiğimi gören Fahrettin, Kerim ve Pelin çok şaşırdılar. Ahmet’ler de hemen yanımızdaki masaya yerleştiler. Akşam gitmek için rezervasyon yaptırdıkları restorandan vazgeçip, bu nefis manzaraya karşı yemek yemeyi tercih ettiler.

Güneş batmış, etraf kızıla buyanmıştı. Ben de masada biraz oturdum ama aklım Keçak dansındaydı. Daha doğrusu danstan ziyade bu dansın renklerindeydi. Kostümlerdeki renkler çıldırtıcı boyutta. Bir karar vermem lazımdı, ya kendi karnımı doyuracaktım, ya da yutmoğrafımınkini… Sizce neyi seçmiş olabilirim?

Keşke daha çok vaktim olsa ve her anı daha doya doya daha uzun uzun yaşayabilsem diye düşündüm bir an. Ama bir taraftan da görebileceğim herşeyi görmek istiyordum. Levent’in neden “Bali’de 15-20 gün kalma imkanım olsa belki bir gün dalışa ayırabilirim” dediğini şimdi daha iyi anlıyor ve verdiğim kararın doğruluğunu bir kere daha görüyordum.

Bizimkilere Kecak dansını izleyeceğimi söyleyip masadan ayrıldım.

“BALİ .VI.BÖLÜM ( Tanah Lot )” için 2 Yorum

  1. Aysun Sezer Diyor ki:

    Rüya gibi…

  2. oğuzhan Diyor ki:

    Çevreleri renklerle dolu olduğu için mi bu kadar renklere düşkünler acaba? Renklerle beraber cıvıl cıvıllıklı geliyor yada sadece renkler onlara yettiği için mi bu kadar cıvıl cıvıllar?!! 🙂

    Eline sağlık….

Yorum Yazın